Başlıktaki cümlenin aslı tabi ki böyle değil ama ben genç kuşakların iyi anlayabilmesi için günümüz Türkçesini kullanmayı tercih ettim. Aslında bu söz hürriyet ve vatan şairi, Hürriyet Kasidesinin yazarı, istibdat devri Magosa sürgünü Namık Kemal’e aittir.
Aslı ise “Barika-i hakikat, müsademe-i efkardan doğar” şeklindedir. Gerçeklerin ışıltısı, kıvılcımı da denilebilir ama burada altı çizilmesi gereken ifade müsademe-i efkar tamlamasıdır. Yani fikirlerin çatışması, yani çok seslilik, yani çoğulculuk, yani ortak akıl, yani danışma, fikir alış verişidir.
Batılıların “brain storming” yani “beyin fırtınası” diye bir tabirleri vardır. Bunu 20. Yüzyılın ortalarında bulmuşlardır. Hem siyasette hem iş hayatında, ticarette, önemli kararlar alırlarken bu yönteme başvururlar, fikirleri çatıştırırlar ve ortak aklı yakalarlar. Sonuç elbette ki başarı, akıl akıldan üstündür sözünü de doğrulayan bir yöntem. Bu yöntem işletme fakültelerinde iş idaresi derslerinde okutulur ama patenti bizdedir. Namık Kemal 100 küsur yıl önce söylemiş, Mevlana 700 küsur yıl önce söylemiş. “Aklın varsa başka akılla dost ol da işlerini onunla danışarak yap!” demiş. Asıl işaret ise yüce Kuran’da, Şura suresi başta olmak üzere birçok yerde söylenmiş, danışma, istişare, meşveret telkin edilmiştir. Türkler, Müslümanlar bunlara riayet ettiği sürece başarıdan başarıya koşmuşlar, ne zaman bunlardan vaz geçip Emevi çizgisine yönelmişler, sapkınlık, yobazlık, hurafecilik, başarısızlık, ilimden, fenden uzaklaşma o zaman başlamış.
Peki bu kuralı devlet yönetiminde, siyasette, ekonomide uyguluyor muyuz? Ne gezer? Uyguluyor olsaydık bugün ekonomimiz içinden çıkılamaz durumda olmayacaktı, enflasyon, hayat pahalılığı, döviz kurları bu kadar artmayacaktı. Nas hatırlatması yaparken Allah’ın başka emirlerini şurayı, meşvereti, istişareyi niye uygulamıyoruz? Her şeyi ben bilirim demekle işler çözülmüyor, hele ekonominin içinden hiç çıkılamıyor. Bugün yaşadığımız ağır ekonomik krizin bana göre asıl sebebi budur. Tabi sadece devlet yönetimiyle de kalamayız, iş idaresinde, siyasette her alanda fikirleri çatıştırıp ortak aklı yakalamalıyız ki başarı elde edebilelim.
Merhum Süleyman Demirel bu işi en güzel uygulayanlardandı. 1980 öncesi 67 vilayetin tamamına yakınında ön seçim yapar, vekillerin partili delegelerin ortak aklından süzülerek seçilmelerini isterdi. Delege sistemi de bugünkü gibi değildi, masa başında yazılmaz bugün ilçe kongrelerinde bile toplanamayan kalabalıklarla mahalle ve köylerde doğrudan parti üyesi vatandaşın tercihleriyle seçilirlerdi. Kıran kırana seçim olurdu. 80 sonrasında da öncesi kadar olmasa da illerin yarısına yakınında önseçim yapılırdı. Demirel sonrasında ise bu usul fiilen kalktı. Şimdi artık, delegeler ilçe başkanının tercihine göre masa başında yazılıyor, il ve büyük kongre delegeleri de tamamen keyfi usullerle seçiliyorlar. DP’de bunun en bariz örneği Manisa. Az olalım biz olalım zihniyeti ile hareket eden tabansızlar, talimatla akılları sıra partinin geçmiş başarılarında imzası olan kişileri tasfiye ettiklerini sanıyorlar. Sonuç DP’nin geleneksel kalesi Manisa’da oy oranı sıfır virgüllerde. Ben kendimden vaz geçtim ama Manisa’da milletvekilliği, bakanlık belediye başkanlığı yapmış Ümit Canuyar, Rıza Akçalı, Zafer Ünal gibi isimler delege yazılmaz mı? O yüzden kendileri çalıp kendileri oynuyorlar. Neyse ki; merhum Demirel’in Isparta’daki veli ahtı Ertekin Durutürk vekilimiz bu ayıbı görüyor ve beni Isparta delegesi yazdırıyor. Tıpkı İzmir’in ayıbını örtmek için yıllar önce Demirel’in Osman Kibar’ı Isparta’dan delege yazdırdığı gibi. Neyse tekrar dönelim asıl mevzuya. Diğer siyasi partilerde fikirler çatıştırılıyor mu?
AKP’de tek adam sorgulanamaz, hesap sorulamaz, eleştirilemez olsa bile, Allah var vekil adayları üniversite kapısından zor sınavdan geçip süzüle süzüle geliyorlar. Alt komisyon, üst komisyon, yüksek komisyon ve son karar reiste. Arada bir abuk, subuk konuşan, tam da 46’lık denilecekler çıkıyorsa da onları da iş kazası, şeyh kazası, torpil kazası diyebiliriz. CHP ise çoğunlukla ön seçim yapıyor ve çok da fazla iş kazası yaşanmıyor. Ancak benim asıl üstünde durmak istediğim konu önseçim ya da vekil seçimi değil, parti içi demokrasi çalışıyor mu? Yöneticiler özgürce kendini ifade edebiliyorlar, eleştirebiliyorlar mı? Temel meselelerde beyin fırtınası yapılıyor, fikirler çatıştırılıyor, ortak akıl aranıyor mu? Eleştiriler dikkate alınıyor, hoşgörüyle karşılanıyor ve gereği yapılıyor mu?
Kadim DP’de ve AP’de parti içi demokrasi fevkalade çalışıyordu. 1947 yılındaki büyük kongre tap 8 gün sürmüş, Balıkesir delegesi Sıtkı Yırcalı (sonraki yıllarda Sanayi Bakanı) ve İzmir delegasyonunca hazırlanan bildiri metinleri Kütahya mebusu Adnan Menderes başkanlığındaki komisyonda birleştirilerek genel kurulda müzakere edilmiş, 7 gün boyunca konuşma talep eden her delegeye söz verilmişti. Genel Başkan Celal Bayar 7. gün gece yarısında ancak söz alabilmiş, manifesto gibi bildiri oybirliği ile kabul edilerek kamuoyuna sunulmuştu. Bugün DP’de böyle bir manifestoyu ortaya koyabilecek bir müzakere ortamı veya GİK’in böyle bir teşebbüsü var mıdır? 4 yıl önce devşirme sözde bir danışmana manifesto hazırlatıldı, çok önemliymiş gibi GİK’te tartışılmadan, Ankara’ya küçük kurultay adı altında çağrılan yüzlerce kişi huzurunda açıklandı. Sonra ne mi oldu? Çöp oldu, danışman da kovuldu.
AP’de de kongreler en az üç gün sürer, temel meseleler ve program komisyonları gerçek anlamda çalışır genel kurullarda da tartışılırdı. Bugün tüzük ve siyasi partiler kanunu hükmü olan faaliyet raporu bile müzakereye açılmıyor. Son kongrenin Divan Başkanı Cemal Enginyurt raporu müzakereye bile açmadan doğrudan oya sundu, itiraz eden olsa kongre iptal olabilirdi. Tabi kendisinin geldiği yerde parti içi demokrasi kavramı olmadığı gibi söz hürriyeti bile yoktu. Nitekim çiftçinin köylünün hakkını savunup tarım bakanını eleştirdiği için haksız bir şekilde partisinden ihraç edildi. Demokrat Partiyi tercih edip oraya geldiyse demokrasiyi öğrenecek, öyle teşkilata, parti büyüklerine, emektarlara, cart curt yapmayacak, tehdit, taciz ve hakaret etmeyecek, küfürler yağdırmayacak, ben demeyecek biz diyecek, hele hele kendini dev aynasında görüp “küçük dağları ben yarattım” demeyecek, haddini, sınırını bilecek, eleştiriye açık olacak, hoşgörülü olacak. Yoksa bedelini öder, DP tabanı öyle despotluğa, bağırış, çığırışa pabuç bırakmaz.
Görev değişikliğine gelince, kimse eğip, bükmesin, Genel Başkanın takdiridir, bana göre de doğru olanı yapmıştır. İ. Melih’e gelince onun yorum yapmak haddi de, hakkı da değildir. Cevabını alır oturur aşağı. Ben eleştiririm de yorum da yaparım çocukluğumu, gençliğimi vermişim, 50 yılımı da bu uğurda harcamışım buna hakkım vardır, ama haricilere söz söyletmem, bu böyle biline.
Barika-i hakikat müsademe-i efkardan doğar sözünü sakın unutmayın. Sıfır virgüllerden kurtulmak istiyorsak, fikirleri çatıştıracak, yeni küskünler yaratmadan küskünleri dargınları kazanacak, merkez sağı tek çatıda birleştirecek, ahbap çavuş işerini bırakıp teşkilatları ayağa kaldıracak atılımlar yapmalısınız. O zaman vatandaş da size güvenir. Kalın sağlıcakla…