Geçtiğimiz hafta “görünen köy kılavuz ister mi?” diye sormuş ve cevaplarını aramıştım. Görüldü ki; bazen görünen köy de kılavuz istermiş. Yazımın sonunda ise asıl muhalefet kanadının kılavuza ihtiyacı olduğunu söylemiş ve bu hafta için de oraya ışık tutacağımızı vaat etmiştim. Doğrusu bir hafta içinde muhalefet kanadında ittifak ya da yerelde kısmi ortaklıklar konusunda fazlaca bir ilerleme kaydedilemedi. Ancak, gözlemim odur ki; tepede henüz bir anlaşma ve uzlaşma olmasa bile yerelde bu birliktelik birçok yerde çoktan başlamış.
Edindiğim izlenimlere göre başkan yardımcıları arasında ne konuşulursa konuşulsun kıymeti harbiyesi yok. Son sözü genel başkanlar söyleyecek. Kulislerde konuşulanlara göre iki parti arasında ittifaktan ziyade stratejik işbirliğinin üzerinde durulduğu söyleniyor.
Nedir stratejik işbirliği? Her iki partinin tabanına da sıcak gelebilecek adaylar üzerinde uzlaşma sağlanarak belirli illerde ortak adayla seçime girmek olarak telaffuz ediliyor. Konuşulanlara göre ise bu işbirliği 8-9 ili kapsayacakmış. Ankara’nın ise İyi Partinin kırmızı çizgisi olduğu ifade ediliyor. Hatta merhum Ecevit’in siyasi literatürümüze soktuğu “sayısal üstünlük-siyasal üstünlük” sözleri de İyi Partililer tarafından dillendiriliyormuş. İyi Partinin bu ısrarı yüzünden bu birliktelik neredeyse düğümlenme noktasına gelmiş. Düğüm elbette çözülecektir. Malum Büyük İskender’in düğümü çözdüğü Gordion da Ankara sınırları içinde. Bu kez Akşener ve Kılıçdaroğlu birlikte bu düğümü çözeceklerdir.
Düğümün çözümünün kolaylaştırılması için her iki tarafın da baktıkları pencerenin aynı istikameti göstermesi gerekir. Biri kuzeye, diğeri güneye bakıyorlarsa elbette aynı şeyleri göremeyeceklerdir. Öyleyse kılavuz da şart oluyor.
Mesela Ankara. Aday üzerinde anlaşmazlık yok, her iki taraf da Mansur Yavaş üzerinde sanki uzlaşmış gibi. Ancak iki taraf da vaz geçmiyor, adayın kendilerinden olmasını istiyor. CHP’nin iddiası AKP karşısındaki en yüksek potansiyelin kendilerinde olduğu ve Ankara’da aday göstermemenin kendi tabanlarınca zafiyet sayılacağıdır. İyi Partinin iddiası ise adayın kendilerine daha yakın durduğudur. Peki siz hiç seçmene sordunuz mu? Acaba seçmenler ne düşünüyor hiç araştırdınız mı? Ben sordum, araştırdım. Berberde, takside, bakkalda, manavda, dost sohbetlerinde nabzı tuttum. Çoğu kimsenin adayın hangi partiden olması gerektiği yönünde bir tercihi yok, ama AKP’ye oy vermeyeceğini beyan edenlerin tamamına yakını ise Mansur Yavaş diyor başka da bir şey demiyor.
Gelelim Ankara’nın geçmişine. 1950’den sonra darbe dönemleri hariç Ankara’yı Dalokay’a kadar hep DP ve AP yönetmiş. Kıbrıs Barış Harekatı sonrası Ecevit’in Karaoğlan efsanesine dönüştüğü zamanda ise Dalokay ile CHP’ne geçmiş. Merhum Dalokay klasik CHP’lilere hiç benzemezdi, her şeyden önce İTÜ’lüydü ve yatırımcı, girişimci bir karaktere sahipti. O yüzden proje bazlı çalışır, başta Başbakan Demirel olmak üzere, İTÜ’lü dostları AP Bakanları, Selahattin Kılıç, Ekrem Ceyhun hatta başbakan yardımcısı Necmettin Erbakan’dan da gerekli desteği görürdü. O yüzden de CHP bir türlü onu sevemedi ve 1977 seçimlerine gelindiğinde Ali Dinçer’i aday gösterdi. AP ise mükemmel bir hamle ile eski sağlık Bakanı, jet bakan diye anılan Vedet Ali Özkan’ı aday çıkardı. Ne yazık ki; Özkan, rahmetli babamın ardından seçimlere 3-5 gün kala aniden vefat etti. Ölümüne rağmen sandıklardan yüzbinlerce oy AP’ne çıktı, çoğu kimse de sandığa gitmedi ve Ali Dinçer çok az bir oy farkla seçildi. Geride kalmış da olsa zaten seçilecekti çünkü rakibi ölmüştü. 12 Eylül sonrası ise 1984’deki ilk yerel seçimde Ankara ANAP’a, yani merkez sağa geçti. CHP’nin kalesi olduğu söylenen Çankaya ise Demirel’in Kütahya Belediye Başkanı olan Erdoğan Yavuzlar ile ANAP’ın oldu.
Aslına bakacak olursanız CHP’nin kalesi denilen yerler hep merkez sağ kaleleridir. İzmir, Aydın, Muğla öyle değil mi? CHP’nin kalesi bir tek Tunceli kaldı eski kaleler birer birer düştü. Malatya AKP’nin, Diyarbakır HDP’nin kaleleri oldular. Aslında bugün CHP kalesi olarak bakılan İzmir, Aydın, Muğla ve daha birçok yer, AKP’nin vatandaşların yaşam tarzlarına müdahale edeceği endişesiyle CHP’yi sığınılacak bir liman olarak görmelerindendir. Peki İyi Parti de bu endişelere karşı güven verdiğine göre orası da liman değil midir?
Manisa’da ise CHP 70 yıldır hiç belediye başkanlığını kazanamamıştır. DP-AP-DYP çizgisi hep yerel yönetimlerde üstün gelmiştir. 80 sonrası ANAP, AP’nin eski belediye başkanı merhum Dayıoğlu ile kazanmış daha sonra merkez sağ çizgisi hep devam etmiştir. AKP’nin kazandığı dönemde de gene DYP’li, bir önceki dönem DYP adayı olan Bülent Kar ile kazanmıştır. MHP’nin Manisa’daki oy tabanı bellidir, ne artar ne eksilir. İyi Partinin kuruluşuyla kadrolar bölünmüştür. Cengiz Ergün’ün iki dönem belediyeyi kazanması MHP’nin oyları ile olmamıştır, çoğunlukla merkez sağdan ve hatta DSP ve CHP’den sol oylardan almıştır. Sığınılacak liman misali. Oysa bugün sığınılacak liman kalmamıştır. MHP, AKP’nin güdümüne girmiştir. AKP oyları Cengiz Ergün için avantaj görünse de geldiğinden fazlası gidebilir.
Kulislerde Kılıçdaroğlu Akşener’i Ankara için ikna ederse, Manisa’nın İyi Partiye bırakılacağı konuşuluyor. Eğer stratejik ortaklar hata yapmaz merkez sağ kökenli aday çıkarırlarsa İyi Parti başkanlığı alabilir. Yok eğer küçük MHP gibi davranmaya kalkarlarsa Cengiz Ergün’ü tebrik etmek düşer onlara. Kendileri bilirler, genel seçim öncesi bu köşede defalarca uyardım, Genel Merkezi de uyardım ama küçük MHP olmayı seçtiler. Sonuçta İyi Parti tek vekilde kaldı, oysa ben üç vekil çıkaracak yolu göstermiştim. Ne diyelim kendi düşen ağlamaz.
Şimdi egoları tatmin etme zamanı değildir, hem büyükşehirde hem ilçelerde akıllıca bir strateji ortaya konulması gerekir. Manisa siyasetini çok iyi bilen üstatlarımız vardır, bunun yolunu gösterirler. Eh ben de dilim döndüğünce anlatırım. Gelecek yazımda ayrıntılara da gireceğim. Kalın sağlıcakla…