Hıdrellezin Hızır ve İlyas Peygamberlerin yeryüzünde buluştukları gün olduğuna ve o gün edilen duaların ve Allah’tan dilenen şeylerin kabul edildiğine inanılan bir gündür.
Orta Asya, Anadolu, Balkanlar ve Mezopotamya’da yaygın olarak kutlanan mevsimlik bir bayram olarak da kabul edilir. Hıdrellez bayramı Balkanlara Osmanlı kültürüyle mi ulaşmış yoksa aynı tarihe rastlayan Aziz George festivali olarak bilinen bir şenliğin bir benzeri midir? Orası müphemdir ama eski Yugoslavya azınlıkları arasında çok yaygındır. Hıdrellez kültürünü dünyaya tanıtan ise Emir Kusturica’nın “Çingeneler Zamanı” filmidir. Tamamı Romanca olan ilk film olma özelliği taşıyan bu filmde anlatılan hıdrellez bizden biraz farklılıklar gösterse de birçok yönden benzemektedir. Bu filmi dünya çapında ünlü kılan ise Goran Begoviç’in seslendirdiği Hırvatça, Romanca ve diğer bazı dillerde de yorumlanan “Edrellezi-Hıdrellez” adlı parçadır. Goran Begoviç’i Ankara’da canlı izleme fırsatı bulmuştum ve bu parça okunurken tüylerim de diken, diken olmuştu.
Demirci yöremizde ise Hıdrellez özellikle Mayıs ayı başından başlayarak, Haziran ayı başlarına kadar süren hayır davetleri ile kutlanır. Yüzyıllardır süren bu gelenek tamamen imece usulüyle gerçekleştirilir. Kuraklık varsa yağmur duası, afat varsa afattan korunma duaları ya da başka ihtiyaçlar için dualar edilir, dilekler dilenir. Sonrasında ise sofralar kurulur. Varlıklı, toprakları bereketli olan köylerde hiçbir şeyden kaçınılmaz. Çorba, keşkek, et yemeği, bamya ya da kuru bakliyat yemeği ve irmik helvası ikram edilir. Hıdrellez günü 5-6 Mayısa yakın gelen Pazar günleri en popüler günlerdir ve o gün 7-8 köyde hayır yapılır. Biz de 5 Mayıs Pazar günü Ankara Demircililer Derneği başkanı Ramazan Ramazan Sarıca’nın daveti üzerine Kuzuköy’deki Hıdrellez hayrına katıldık. Doğrusu güzel ağırlandık, gurbette en çok özlediğim yemek olan keşkek Demirci’nin düğün keşkeğini aratmadı. Öyle 700-800 kişiye aynı anda yemek çıkarmak kolay iş değil. Yeni seçilen muhtar İsmail Karaçam ve ekibini tebrik ederim.
Demirci’de kaldığımız süre zarfında şehir içi mahallelerde de, gözleme, bezdirme, katmer hayırları yapıldı. Biz de geleneğe uyarak Atıf Akın Kütüphanesi yanında evimizin kapısında küçük çaplı mütevazı bir otlu gözleme, katmer ve bezdirme partisi yaptık. Komşularımız ve kadim dostumuzun eşi sayesinde odun ateşinde nefis gözlemeler yedik. Yettiği kadar konu komşu, kütüphane çalışanları, nasibi olanlar da istifade ettiler.
Demirci’de kaldığımız süre zarfında, Kütüphanemizin derneği DESTİAD’ın genel kurulunu da yaptık. Eş dost ziyaretleri ve yeni seçilen Belediye Başkanına da hayırlı olsun ziyaretinde bulunduk. Erkan Kara AKP’li olmasına rağmen tıpkı CHP’li yeni başkanlar gibi borç devralmış, şimdiden tasarrufa başlamış. Bende bıraktığı izlenim makul, mutedil ve memleket hayrına işbirliğine açık ve çalışkan bir genç olduğu yönünde. Selefinin Cengiz Ergün’le inatlaşması yüzünden Demirci’ye kaybettirdiklerinin de farkında, o yüzden partizanlığı bir kenara bırakıp makul olanda işbirliği yapmaya hazır olduğunu gözlemledim.
Bir haftalık sıla-i rahimden sonra İzmir’e doğru yola çıktık. Evvelki gün 14 Mayıstı. O gün Türkiye’de ilk kez kansız, darbesiz, hilesiz, entrikasız, şaibesiz, manipülasyonuz, jandarma baskısı ve dayatmalar olmadan, tartışmalı YSK kararlarının alınmadığı bir ortamda iktidarın el değiştirdiği gündür. Demokrasinin ilk kez vatandaşın içine sinerek uygulandığı bir seçimin yapıldığı gündür. Bana göre demokrasinin zaferi ve bayramıdır. Kadim dostumuz Manisa’mızın önceki belediye başkanlarından Zafer Ünal anlatmıştı: Kendisi 10 Mayıs 1950 günü doğmuş ancak ismi bir hafta gibi bir süre sonra kulağına üflenmiş. Nedeni ise 14 Mayıs günü demokrasinin zaferi üzerine dedesinin kendine Zafer ismini uygun görmesi. Doğrusu ben hiçbir zaman 14 Mayısı DP’nin bir zaferi olarak görmedim, zira o gün kazanan Türk milleti ve demokrasidir. Eğer Türkiye’de illa demokrasi bayramı kutlanacaksa bu 100’lerce vatandaşımızın öldüğü, yaralandığı, genelkurmay başkanının geçici de olsa esir alındığı gün değil Türk demokrasisinin zafer günü olmalıdır.
Ne yazık ki 15 mayıs günü ise tarihimiz için kara bir gündür. Güzel İzmir işgal edilmiş, ilk kurşunu atan Osman Nevres (Hasan Tahsin Recep) şehit edilmiştir. Ne var ki bu ilk kurşun ülkemin dört bir yanındaki vatanperverleri ateşlemiş, Kuvayı milliye teşkilatları birer birer kurulmaya başlanmıştır.
16 Mayıs günü ise Mustafa Kemal köhne Bandırma vapuru ile Anadolu direnişini başlatmak üzere İstanbul’dan yola çıkmıştır. Samsuna ayak bastığı gün ise milli mücadelenin başlangıcıdır.
Mayıs ayı ikisi hariç (15 ve 27 Mayıs) hariç böylesi güzel günleri bünyesinde barındırır. Önümüzde 19 Mayıs Atatürk’ü Anma Gençlik ve Spor Bayramı var. Milletçe bu bayramı kutlayacağız. Belki bizim lise çağlarımızda olduğu gibi, insan piramitleri, akrobatik hareketler, heyecanlı gösteriler olmayacak ama biz yarım asır öncenin gençleri aynı heyecanı yaşayacağız ve yaşatacağız.
On gün sonrası 29 Mayıs ise İstanbul’un ilelebet Türk kenti olmasını sağlayan, çağ açıp çağ kapayan büyük fethin yıldönümü. 19 Mayıs da bizim 29 Mayıs da. 23 Ekim ise 19 Mayıs 1919 da başlayıp, 9 Eylül 1922 de İzmir’in kurtarılmasıyla sona eren İstiklal savaşı ve 24 Temmuz Lozan Barış anlaşmasıyla Türk kenti olarak yeniden tescil edilen İstanbul’un son İngiliz askerlerinin şanlı Türk bayrağını selamlayarak kenti terk ettikleri yeniden kurtuluşu günüdür.
Fatih Sultan Mehmet Han da bizimdir, Gazi Mustafa Kemal Atatürk de. Her ikisi de Akılla hareket etmişler, bilimi öncelemişler, bilimden güç almışlardır. Ne yazık ki bu iki büyük komutanın bizlere kazandırdığı İstanbul sessiz işgal altındadır. Hayatımın hiçbir döneminde ırkçılığa meyil etmedim ama halkımız fakrı zaruret içindeyken Afgan, Arap, Afrikalı yabancı unsurların güzelim İstanbul’da, Ankara’da birçok yerde kendi gettolarını oluşturmalarına, huzursuzluk çıkarmalarına, şiddete meyil göstermelerine, benim evlatlarım şehit olurken, vatan kaçkını bir takım sözde sığınmacıların sahillerde nargile çekip keyif çatmalarına gönlüm razı değildir.
Kalın sağlıcakla…