Kırmızı Köprü’den Spil’e baktığımızda Kumludere’nin solu Şehzadeler, sağı Yunusemre İlçesi. Metropolitan şehrimiz bu şekilde ikiye bölünmüş.

Çaybaşı (Akbaldır) Deresi nasıl kıvrılıyorsa, sınırlarda bu kıvrımlara uyarak Gediz’e (Hermos’a) kadar gidiyor.

Kumludere’nin sağ tarafının hemen yakınında. Attar Ece Camii, Karaköy (İvazpaşa) Hamamı, AynıAli, İvazpaşa, Hacı Yahya, Lalapaşa, Arapalan (Defterdar Mahmut Efendi) camileri, Haki Baba Mescidi, türbeler çeşmeler, bunlar Yunusemre İlçesi sınırlarında kalır.

Saymadığımız(!) birçok(!) tarihi yapı da Şehzadeler İlçesindedir.

Bunlar, zamanımıza ulaşabilmiş yapılardır. Nurullah Ertuğrul (Manisa Vakıflar Eski Müdürü) Hocamın ciltlere sığmayacak kadar adıyla sanıyla konumuyla tespit ettiği yüzlerce Saruhan Beyliği ve Osmanlı dönemi yapıları (çeşme, mescit, türbe, cami hamam, yatır, kilise, havra hastane…) kaybolmuştur.

 Yazımın başından beri yapı diyorum, önce bunlara yapı demek doğru değil. Bunlar eser mi?  Tarih mi? Tarihi belirlenmiş, yaptıranların ismi cismi yazılmış, Saruhan Beyliği ve Osmanlı dönemlerinde önemli mevkilerde bulunmuş, yönetimlerinde söz sahibi olmuş, tarih yazmış, önemli şahsiyetlerdir. (Zamanımızda bir cam çivisi çakmış kimselerin isimlerini parka bahçeye sokağa caddeye adını veriyoruz. Bunu hafife almak açısından söylemiyorum. Tarihte, zamanımızdan daha değerli yapılmış hizmetleri kıyaslamak açısından söylüyorum.

Demek ki bunlar yapı değil hem eser hem de tarihi birer nişane. Ülkemizin tapu senetleri ve kadim kültürümüzün nişaneleri TARİHİ ESER. Bu eserleri ne ile çerçeveleyip taçlandırmışız, ‘ŞEHZADELER ŞEHRİ MANİSA’ diye övünerek(!)

 Birçok tarihi eserimizi:

 1-1919-1922 tarihlerinde Yunanlıların işgali ve Manisa’mızı tamamen yaktıklarında,

 2-Yanık şehrimizden arta kalan, taş taş üstünde kalmamış harap Manisa’mıza yaptığımız 1925 imar planıyla,

 3-1980’li yıllarda yapsat yasası ve 1989 yılı imar planıyla,

 Kaybetmişiz.

Tabiat ve Kültür Varlıklarımız, 2863 sayılı yasa ile 1983 yılında koruma altına alınmaya başlandı. Bu yasaya rağmen korunamamış birçok tarihi eserimiz, araştırma ve tarih kitaplarında dahi kayıt altına alınamamıştır.

Şimdi, şunun şurasında; Saruhan Beyliği, Osmanlı ve Cumhuriyet Dönemleri olarak, eskiye kıyasla çok az sayıda tarihi esere sahip bir Manisa’yız. Eser, giderek tarih, en sonunda kimliğimiz ve bunlara dayalı olarak kültürümüz kayboluyor. Bakın bir arkeoloji, etnografya müzemiz dahi yok. 1985 yılında yapılmış Lale Salonundan gayrı kültür ve sanat merkezimiz(!) yok. Resim, heykel kitap sergileyecek bir sanat galerimiz bile yok. Zaten ihtiyaç da yok herhalde, 1985’ten beri Lale Salonunu dahi dolduramıyoruz. Ne resim ne heykel ne edebiyat ne müzik ne tiyatro ne sinema sanatlarında bir sanatçımız dahi yok. Neyi sergileyeceğiz ki? Yok olduğu gibi yetiştiremiyoruz da. Var olanlarını da tanımıyoruz. Zaten onlarda bizi tanımıyor.

Evet, sanatçımız yok yetişmiyor, tarihi eserimiz yok var olanları korumuyoruz. Bu konuda son günlerde gündemde olan iki uygulamadan bahisle esas konumuza geleceğim.

1-Ulutepe caddesi, Kültür Yolu, geçen belediye döneminde hazırladığımız proje ile Tarihi Kentler Birliği’nden bu yol ile ilgili ödül almıştık. Hem birçok tarihi eserlerin bulunduğu yol, hem de yolun granit taş kaplamasıyla Manisa Cumhuriyet Tarihine ışık tutan tarihi öneme sahip bir yol. Yarısının granit taş kaplaması duruyor (o da zamanla sökülüp atılır) diğer yarısı köy yollarına döşediğimiz kilit parke beton kaplama. Cumhuriyet Dönemi ve 2024 yılı Şehzadeler Belediyesi dönemi, yan yana. Boylu boyunca.

 2-Yavuz Sultan Selim’in Eşi, Kanuni’nin annesi Hafsa Sultan’ın eseri; Sultan Camii. Şimdi Mesir Camisi deyip hafife alıyoruz. Bu külliyenin avlusuna muhtarlık evi yapmak: Tarihten eserden saygıdan vazgeçtim ne akıl ne fikir kalmamış. Park deyip geçtiğimiz o alan Manisa’nın birçok konuda kimliğini yansıtan bir alan. Zıpzıp ile, her köşesine yayılmış plastik sandalyeler ile, muhtarlık evi ile talan edilecek bir alan değildir. Burası; Bimarhane, hamam, hankah, sıbyan mektebi, medrese ve camisiyle tarihi yapılar topluluğundan oluşan bir KÜLLİYE ve bu külliyenin bahçesi. Park değil. Dünyada ki en eski bir geleneğin yaşatıldığı, UNESCO’nun İnsanlığın Somut Olmayan Kültürel Miras Listesinde 500 yıla yakın kutlanan Mesir Macunu’nun karıldığı, saçıldığı bir alan.

Çanakkale Boğazına yazdığımız gibi “Dur Yolcu, bilmeden gelip basıp geçtiğin bu toprak… gibi bu alana, bir yazı mı yazmak lazım, Allahaşkına.