Üç günde bir olmasa da haftada iki gün oluyor! Gidilecek rota az.

Evden çıktığımda sola dönersem Kozbeyli, Köyden çıkarken yine sol yaparsam rampa aşağı, Gencelli Sahili. Sağa dönüp tırmalarsam; Yeniköy, Bağarası, Eskifoça. Eskifoça biraz zaman alıyor gitmişken balıkçı kahvesinde artık balıkçı kahvesi de entel olmuş. Bir çay içmeden olmaz dediğimde bir tanıdık çıkagelirse öğleyi yaparız. Dönüşte sıcak ter gözyaşı nefes nefese bir mücadelenin içinde buluruz kendimizi deyip Eylül’e bırakıyorum. 

Hal böyle olunca Gencelli ağırlık kazanıyor. Sahilinde palmiyeli parkında oturup denizi seyre dalarken hayaller sailing gerçekler bisiklet my darling. Deniz esintisinin çok uzaklarında gözüken Aliağa Körfezinde bekleyen tankerler konteynerler, gemiler gemiler. Sahilde gidiyorum bir yanım sahil evleri bir yanım derya deniz. Manisa Alaybeyden pop şarkıcımız Mehmet Erdem geldi “Yaprak döker bir yanımız, bir yanımız bahar bahçe.” 

Hakikaten her işte her şeyde bir yanımız yaprak dökerken, bir yanımız da bahar bahçe. Ortası yok mu bunun? Maalesef, ya yerdesindir ya gökte. Bu çok uzun bir hikaye. Eylül ayında Sabah Çalarsaat, akşam Now Haber ben Selçuk Tepeli anlatırlar bu hikayeyi, yerdeki ile göktekileri. 

Burada denizin iyotunu iyice içime sindirmek için bisikletimle yanyana yürüyorum. Çok sık geldiğim için yürüyüş yapan emekliler ile neredeyse ahbap olduk. Daha önceleri günaydın merhaba deyip selam vermeyenler (rüşvet değildir deyü almadılar. Hüküm gösterdim faydasızdır diye iltifat etmediler.) şimdi dökülüyorlar. Sanki kızlarını istemişim de araştırmadan sonra hal ve gidişten sınıfı geçmiş gibiydim. Uzaktan beni gördüklerinde “bizim oğlan geliyor” dediklerini duyar gibiyim. Çünkü burası küçük mazbut kendi halinde sakin, emekli sürgün yeri gibi bir yer, sahilde yürüyenler hep aynı kişiler. Denize giriş saatli çıkışı zahmetli, yürüyüşler, espriler, gülüş, hep aynı cümbüş. Birgün önce, dün akşam, yapılan konuşulanlarla bağlantılıdır günler. “Ay bugün deniz limonata,  diğeri Çarşaf gibi, bir diğeri Çıkmak istemedi canım. Doyamadım yani. Onca işimin arasında şöyle bi girip çıktım.” Dört ayda doymamışlar sanki. Zaten başka napılabilir ki? Kimi de köpeğini gezdirir sahibinin elinde flexi olsa da irade köpektedir, iktidar olup da muktedir olamayanlar gibi. 


Bu Gencelli Güzergahı. Ayrıca, Kozbeyli’den Bağarası, Kocamehmetler yaparsam bu rota biraz daha uzun ve maceralı. Tüm bu saydığım özel isimli yerlerde köylerde; konut, toplu konut, villamsı evler, geniş bahçeliler serpme kahvaltı mekanları, doğal yaşam konutları, her tepecikde  bir ev, saymakla bitmez. Geri kalan yerler de yanmış. Kuzulara otlayacak yer, kuşlara uçacak alan bırakmamışlar. Zaten köpek havlamasından başkaca ses yok. Onlarda beni görünce havlıyorlar.


Onca yer geziyorum; bir evden inceden bir müzik sesi, radyo sesi, gelmez mi? Kocakumlarda Horozköylü bağ komşumuz Hayriye Teyze, transistörlü radyosunu sabah söğüt dalına asar koca ovaya dinletirdi. Akşam güneş battığında yayın biterdi. Ne keyf ne neşeymiş meğer.  Denizi dahi görmemiştir garibim ama dünyası büyüktü. Bir insanda gülme, gülümseme, mutluluk neşesi. Selam vermesen de gülümse bari. Yok. Yürüyüş, sabah sporu yapan insan sosyaldir. Yok kardeşim sanki yaptırıyorlarmış gibi zorakiler, akşam benimle yatmış gibiler.

Bundan sonra bağlayacağım JBL’yi bisiklete, açacağım müziği dinleteceğim millete, bizim oğlan geliyor diyeceklerine kim bu deli desinler. Onu bile demezler vallahi, hayata küsmüşler sanki.

Neyse.

Arkası yarını, (Radyolar; lambalı, evlerin baş köşelerinde, üzerleri el işi dantelliyken Arkası Yarın programının sunucularının, düzgün türkçeli vurgulu sesleriyle seslendirdikleri hikayeler romanlar tiyatrolar vardı. Hikayenin en heyecanlı en zevkli yerinde keserler arkası yarın deyip bekletirlerdi.) deyip haftaya bırakalım.