Ramazan ayının sonuna geldik, bir, iki gün içinde bayramı idrak edeceğiz. Tüm milletimizin, okurlarımızın, eş, dost, akrabalarımızın, yakınlarımızın bayramı kutlu olsun.
Çocukluğumuzun bayramlarında, bir hafta öncesinden evlerde telaş başlar, hamurlar hazırlanır, yufkalar açılır, cevizler dövülür, baklavalar fırına gönderilirdi. Babaannem rahmetli erimiş tereyağını, birazda vita yağını bir saate yakın parmaklarıyla çevirir köpük gibi kabarıp boza kıvamına gelince de ununu koyar un kurabiyesini yapardı. Tek itirazımız içine konulan az miktarda kuyruk yağınaydı. Koymadık derler, bizi kandırırlar ama biz anlamaz ağzımızın suyu aka, aka yerdik. Rahmetli annem de her bayram enfes kalbura basma yapar, afiyetle yerdik.
Büyüklerin her birinin kendine has üslubu vardı. Kimileri mendilin içine madımak toplayan kızların resmini taşıyan 5’likleri koyar, kimi çorap içinde verir, bazıları da bankadan yeni çekilmiş gıcır, gıcır 10’luk verirdi. Ben topladığım harçlıkların bir kısmını cüzdanın zulasına saklar az bir miktarıyla da bayram yerine koşar harcardım. Bayram yerleri şimdinin lunapark emsali yerler olurdu ama yalan yok o ilkel imkanlarla çok daha fazla eğlendirirlerdi çocukları. Şimdi artık ne bayram yeri kaldı ne de evlerde açılan baklavalar, un kurabiyeleri. Dahası emekli dedeler, dul büyükanneler başları öne eğik, torunlara bayram harçlığı vermekten korkar hale geldiler.
Zaten taşra hariç, şehirlerde bayram ziyaretleri de kalmadı, 9 gün tatili alanlar koşuyorlar seyahate, tabi tuzu kuru, maaşı dolgun olanlar. Gariban halk memleketine, büyüklerin ellerini öpmeye bile gidemiyor. Gidebilme mutluluğuna erişenler de dönüşte yüklendikleri tarhana, bulgur, bahçenin, tarlanın mahsulü ile ev salçası, reçeli, turşusuyla yol masraflarını kısmen de olsa karşılayıp dönüyorlar.
Bu kadar nostaljiden sonra biraz da dönelim günümüzün acı gerçeklerine. Ne yazık ki, bazı kimseler bugün hürriyetlerinden yoksun olarak bayrama girecekler. Bazı gençler, çocuk denecek yaştakiler belki bayramı nezarette geçirecek, harçlık olmasa da dedelerinin, büyük annelerinin ellerini öpmekten mahrum bırakılacaklar. Peki tüm bunlara gerek var mıydı?
Bu sorunun cevabını önümüzdeki bayrama uygun olarak hem insani hem de İslami değerler ve kurallar açısından bakmak istiyorum. Şimdi birileri kalkıp diyecek ki; sen ne anlarsın dinden, kitaptan? Elhamdülillah benim diyenden iyi anlarım. Biz dinimizi, kitabımızı yüzünü sadece fotoğraflarda gördüğümüz büyük dedemizin nesilden, nesile aktarılan fikir ve sözlerinden, yaşam biçiminden öğrendik. Haa! Mustafa Kemal’in ölüm fetvasını veren, Kuvayı Milliyenin hain olduğunu iddia eden İngiliz İşgalcilerinin fetvacıları Mustafa Sabri, Dürrüzade Abdullah gibilerin yolunda giden sözde din adamları elbette onun fikirlerini sevmeyebilirler.
Zira o bu hainlerin sözde fetvasını paçavraya çeviren Ankara Uleması ile Müftü Börekçizade Rıfat Efendinin Milli Mücadeleyi cihat sayan fetvasını Anadolu da ilk onaylayanlardandır.
Nisa suresi 58. Ayeti “Allah size, emanetleri mutlaka ehline vermenizi ve insanlar arasında hükmettiğiniz zaman adaletle hükmetmenizi emreder.” Diye buyuruyor. Keza, çağ açıp, çağ kapayan, Peygamber efendimizin hadis-i Şerifinde övgüsüne mazhar olmuş, Fatih Sultan Mehmet Han ne söylemiş? “Aklı öldürürsen ahlak da ölür. Akıl ve ahlak öldüğünde millet bölünür Kadı’yı satın aldığın gün adalet ölür. Adaleti öldürdüğün gün Devlet de ölür.” Daha birçok ayet-i kerime, hadisi şerif ve birçok özlü söz Türk-İslam geleneğinde vardır. Devletin dini Adalettir diye de boşuna söylenmemiş.
Sadece İslam dininde mi böyledir? Tüm dinlerde hatta Tanrı tanımazlarda bile adalet hep önceliklidir. Prusya Kralı Fredrick’e söylenen “Berlin’de yargıçlar vardır” sözünün hikayesine daha önce değinmiştim. Bu kez de İngiltere’den bir hikaye anlatayım.
Çok eski yıllarda İngiltere'de bir gelenek varmış. Sıradan bir vatandaş öldüğünde kilisenin çanı bir kez çalınıp herkese duyurulurmuş. Bir asil öldüğünde iki kez, kralın bir yakını öldüğünde üç kez, kral öldüğü takdirde ise dört kez çalınırmış. Günün birinde, herkesin hak aramak için sığındığı mahkeme, bir vatandaşı haksız yere mahkum etmiş ve kilisenin çanı tam beş kez çalmış. Ahali merak içinde kraldan daha önemli biri var mı ki diyerek kiliseye koşmuşlar. Aldıkları cevap ibretlik: “Kraldan daha önemlisi adalet. Bugün Adalet öldü.”
Haksızlık, hukuksuzluk ve adaletsizlik karşısında halkın protesto etme hakkı var mıdır? Demokrasilerde vardır. Bizim anayasamıza göre de vardır. Önceden izin almaksızın, barışçıl usulde, şiddete başvurmaksızın gösteri yapmak anayasal haktır. Türkiye İnsan Hakları Evrensel Beyannamesine imza koymuş bir ülkedir ve anaysa hükümleriyle eşdeğerdir. Kuran ayetlerinde ve hadisi şeriflerde de haksızlık ve adaletsizliklere direnilebileceğine cevaz veren birçok hüküm vardır. Hud suresi 113. Ayet, Zulmedenlere meyletmeyin; sonra size ateş dokunur (cehennemde yanarsınız).
Sizin Allah'tan başka dostlarınız yoktur. Sonra (O'ndan da) yardım göremezsiniz! Buyuruyor. Peygamber efendimiz de bir hadislerinde şöyle buyurmaktadır: “Kim bir kötülük ve haksızlık görürse onu eliyle düzeltsin; eğer buna gücü yetmiyorsa diliyle düzeltsin; buna da gücü yetmezse kalbiyle buğz etsin.” Daha birçok ayet ve hadis örnek verebilirim. Zulme rıza göstermek de zalimliktir sözünü unutmamak gerekir.
Halkın direnme hakkı ilk kez Demokrat Partinin 1949 kongresi kararıyla Türk siyasi literatürüne girmiştir. DP bildirisinde bir önceki kongrede kabul edilen Hürriyet Misakını daha ileri götürerek halkın direnme hakkından söz etmiştir. Bildiride seçim kanunun değiştirilmesi, söz ve ifade hürriyetleri ile din ve vicdan hürriyetleri başta olmak üzere temel hak ve özgürlüklerin serbestçe kullanılması, siyasi partilerin serbestçe propaganda yapabilmesi gibi demokratik hak taleplerine yer verilmiştir. Bu talepler iktidar tarafından kabul edilmezse, 1946 seçimlerinde olduğu gibi baskı ve hilelere maruz kalınırsa halkın direnme hakkını kullanmaktan geri durmayacağı beyan edilmiştir. İktidar DP’yi halkı kışkırtmakla suçlamasına rağmen taleplerin birçoğunu kabul etmek zorunda kalmıştır.
Açık oy gizli tasnif garabetine son verilmiş, gizli oy açık tasnife geçilmiş, seçimler hakim teminatına alınmış, muhalif partilere de serbestçe propaganda imkanı tanınmış, seçimlerde devlet imkanı kullanılması sınırlandırılmıştır.
Ne yazık ki; 27 Mayıs darbesinde halk bu hakkını kullanamamıştır. 27 Mayısta darbeye karşı direnilememiş olsa bile adaletin öldürüldüğü Yassıada kararlarına veya en azından infazlara karşı direnilebilmiş olsaydı belki bir daha hukuksuzluklar, adaletsizlikler, muhtıralar darbeler yaşanmayabilirdi. Bizler bugün demokrasi adına, hukuk adına, insan hakları ve adalet adına mağdurların destekçisiyiz. Umarım 27 Mayıs’ın gerekli olduğunu savunan Ümit Özdağ da CHP’nin fanatikleri de bunu idrak ederler.
Cümlemizin bayramı kutlu olsun, hak, hukuk, adalet galebe çalsın, nahak yere tutulanlar özgürlüklerine kavuşsun, huzur içinde bayram geçirelim. Kalın sağlıcakla…