Çok geçmedi, henüz iki ayı bitirip üçüncü aya yeni girdik. 2024’ü uğurlayıp 2025’i güzel temenniler, umutlar, beklentiler, dualar ile karşıladık.
Ne değişti? Eski tas eski hamam, tellaklar da hamamcılar da hep aynı. Yani değişen bir şey yok. Sadece külhana atılan odunlar giderek tükeniyor. Odunların yerine yeniler konulur yeter ki, milletin umutları tükenmesin.
Peki! Bu iki ayı biraz aşmış süre içerisinde neler yaşadık, hali pürmelalimiz nedir?
Artık alıştığımız hukuk dışı uygulamaların, iddia makamlarının egemen gücün siyaset sopası gibi kullanılır hale getirildiği söylemlerinin zirve yaptığını gördük. Sandıkta yenemedikleri belediyeleri adaletin sopasıyla dize getirebileceklerini zannedenleri gördük. Ümit Özdağ hakkındaki görüşlerimi önceki yazılarımdan birinde söylemiştim. Dün Yassıada mahkemesinin hukuksuzluğunu, “sizi içeri tıkan kuvvet böyle istiyor” zihniyetini kınamayıp haklı bulanların, bugün aynı hukuksuzluğa muhatap olduklarını gördükçe “hukuk, adalet bir gün herkese lazım olabilir” sözünü bir kez daha hatırlıyorum. Kimse merak etmesin biz her zaman hukukun yanındayız kendileri çifte standartlı olsalar da biz hep haklıların yanında oluruz. Kamu vicdanı da aynı yöndedir zaten.
Neyse ki; dün gazeteciliğin yargılandığı davada verilen beraat kararları bizi sevindirdiği kadar kamu vicdanını da rahatlattı. Mahkemenin bu kararı ister istemez Prusya Kralı II. Frederick ile Potsdam’daki yoksul bir değirmenci arasındaki diyaloğu hatırlattı. Hikayeyi özetlemek gerekirse, Frederick değirmenin bulunduğu araziyi beğenir ve oraya bir saray yapılmasını emreder. Adamları değirmenciye gider arazisini almak isterler ve hatta değerinin çok üstünde bedel ödemeyi teklif ederler. Adam, kral bile istese arazisini satmayacağını söyler. Sonunda adamı yaka paça kralın huzuruna çıkarırlar. Kral hiddetle “sen kim oluyorsun da bana arazini satmıyorsun, ben kralım istesem zorla da olsa arazini alırım” der. Değirmencinin cevabı ise hukuk kitaplarına geçecek ders niteliğindedir: “ Berlin’de hakimler vardır. Hiçbir güç kral bile olsa adaletin üstünde değildir. “
Bu kadar da olmaz denilecek bir olay da Boğaziçi Üniversitesi kayyum rektöründen. Kuzey yerleşkede yer alan öğrenci kafeteryası, sosyetik bir yandaş kafeye kiraya verilmiş. Öğrenciler de çay ve kahvelerini evlerinde pişirip termoslara doldurup kafede içmişler. Sonuçta orası öğrencilere ait kamusal bir alan, ister parayla alırlar, ister evden getirirler. Bu eyleme önayak olan bazı öğrencilerin giriş kartları birkaç günlüğüne engellenmiş. Yani cezasız infaz yoluyla öğrencilerin okula girmeleri idarece yasaklanmış, anayasal hakları olan eğitim özgürlüğü kuralsız gasp edilmiş. Bu durumu protesto eden bildiriye imza koyan briç kulübü, yemek kulübü, karikatür, fotoğrafçılık, dağcılık, tarih, gezi kulübü gibi 28 sosyal kulübün faaliyetlerini bir ay süreyle durdurmuş. İçlerinde LÖSEV fayda kulübü de var. Bununla da yetinmemişler kulüp üyelerinin kendi aralarında seçtikleri yönetim kurullarını yetkisizce görevden almışlar. Bu Kayyum rektörün ilk icraatı da değil. Geçtiğimiz haziranda da mezuniyet törenlerini yasaklamıştı. Biz muasır medeniyetler seviyesine çıkalım derken İran’daki molla rejimine mi gidiyoruz bilemedim. Sanırım Tahran Üniversitesi rektörü bile bu kadar yasakçı değildir.
Daha birçok şey var garipseyeceğiniz ama hepsini yazmaya kalksak köşe yazısı değil pehlivan tefrikası olur. Son günlerde yeniden moda olan “Turpun büyüğü heybede” sözü var ya! İşte asıl önemli olaylar onlar. Ancak onlar bir paragrafla geçiştirilecek konular değil. Bugün başlıklarını atıp sonraki yazılarımda detaylıca anlatırız inşallah.
Birincisi hani çok eleştirdikleri Eski Türkiye dedikleri dönem var ya! İşte o dönemden kalma milletvekili transfer piyasası yeniden açıldı. Biz de çok eleştirdik transfer borsasını, Hatta kumar borcu olmayan milletvekili laflarına da çok üzülüyorduk demokrasi adına. Bugün de 180 derece dönüş yapanlar hiç de azımsanacak kadar değil. Sözüm meclisten dışarıdır, ne iktidara ne de ana muhalefetedir, kimsenin tercihine de sözüm yoktur ama gayri ihtiyari merhum Osman Bölükbaşı’nın bir sözü hatırıma geldi: “Dün sövdüklerini bugün övenler, dün övdüklerine bugün sövenler göstermiştir ki; köpekler her avcı ile ava çıkarlar.” Bir de demokrasi tarihimizin yüz karası bir Güneş Motel Kabinemiz vardı. Gençler Güneş Motel olayını bilmeyebilir bu konuya bir başka yazımda ayrıntılarıyla değineceğim.
Diğeri de Bahçeli’nin meclis davetiyle başlayıp, sayın kelimesine uzanan ve ardından da devlet televizyonu dahil TV’lerde boy boy gösterilen akıl almaz şovlara. Bu ülkede kötü niyetliler ve silah kaçakçılığından nemalananlar hariç kimse terörle yaşamak ve kan gölünde yüzmek istemez ama on binlerce şehidimizin kanları yerde dururken şehit ailelerimizin, gazilerimizin ve milletimizin içine sinmeyecek hiçbir çözüm benim için muteber değildir. Habur’u, çadır mahkemelerini unutmadık.
DEM Parti heyetinin İmralı ziyaretiyle ilgili ilginç bir fotoğraf karesi de basına yansıdı. Sırrı Süreyya Önder ve Pervin Buldan İmralı’dan anıt mezara nakledilen Menderes, Zorlu ve Polatkan’ın bu gün anıt olarak muhafaza edilen eski mezar taşları önünde fotoğraf vermişler. O fotoğrafı ve gelişen diğer olayları bir sonraki yazımda değerlendireceğim.
Gördüğümüz üzere ülkemizde değişen bir şey yok. Hala emeklilere verilecek bayram ikramiyesinin miktarı ne olacak o konuşuluyor. İktidar ustaca bir manevrayla onları unutturmasını bildi ama külhana atılan odunlar hızla tükeniyor haberiniz olsun.
Keser döner, sap döner, gün gelir hesap döner misali millet bir değişim bekliyor. Hamam yenilenmeli, pas tutmuş tas değişmeli tellaklar da emekliye sevk edilmeli. Peki ama ne zaman? Elbet zamanı gelecek... Daha çok konuşacağız bu mevzuyu ama unutmayın ki her gecenin bir sabahı vardır. Kalın sağlıcakla...