Bu köşenin en sadık okuyucularındandı. Artık birkaç senedir gözleri iyice görmez olmuştu ama bazen yardımcılarına okuttuğunu söylerdi.
Benim siyasi tarihimizden anlattığım anekdotlar hoşuna gider, bazen o da bana özellikle rahmetli babasının hatıralarından anlatır, bunları da yaz derdi.
Güncel olaylardan, yaşanan siyasi gerilimlerden fırsat bulup da bugüne kadar yazamamıştım. Kısmet bugüneymiş. Babası Tayyar enişteyi hiç görmemiştim, biz doğmadan vefat etmişti ama onca yıl bir arada olmamıza rağmen merhum Tayyar Egeli’nin merhum Menderes’in Kızılçullu Amerikan mektebinden sınıf arkadaşı olduklarını daha birkaç yıl önce anlattığı anekdotlardan öğrenmiştim. Bugün biraz onlardan söz edip bir anlamda da dileğini yerine getirmiş olacağım.
Manisa’mızın en kıdemli avukatı Yıldırım Egeli’den söz ediyorum. Biz kendisine Yıldırım amca diye hitap ederdik. Ağabeyi halamın beyi Enver Egeli’ye ise dayı derdik. Her ikisi de hem annemin hem de babamın kuzenleriydi. Annemin üç kız kardeşi babamın ise dört kız kardeşi vardı. Yani hiç dayımız ve amcamız yoktu, o yüzden çocukken nasıl söyletmişlerse hep öyle devam etti. Her ikisi de gerçekten hem amcalık hem dayılık yaptılar.
Rahmetli babamın Yassıada ve Kayseri cezaevi sürecinde İzmir Karşıyaka’da anneanemin evinde kalırdık. Yıldırım amca da sık sık yanımıza gelir arabasıyla da bizi gezdirirdi. Arabalara çok meraklıydı o dönemde yerli arabalar daha üretime geçmemiş, özellikle Amerikan ve Alman arabaları revaçtaydı. Onun da Opel Kapitan bir arabası vardı ama gözü hep Amerikan arabalarındaydı. İzmir’de bizi gezdirirken 1961 seçimleri vesilesiyle AP Genel Başkanı merhum Ragıp Gümüşpala İzmir’e gelmiş biz de farkında olmadan kalabalığa dalmıştık tabi yol da tıkanmıştı. İleride kalabalığın bir arabayı havaya kaldırıp indirdiğini ve yaşasın Gümüşpala diye slogan attıklarını işitiyorduk. Meğerse araç Gümüşpala’nın aracıymış. Yıldırım amca pencereyi açtı “Şevrole İmpala, Şevrole İmpala yaşasın Gümüşpala diye bağırmaya başladı. Bir de baktık ki bir süre sonra kalabalıklar da aynı sözlerle bağırıyorlar. Onun bu kafiyeli sözleri bir anda AP sloganı oluvermişti.
Yıldırım Egeli iyi bir demokrattı ama mesleğini icra ederken hiç bunu hissettirmezdi. Ancak babası ile Menderes arasında geçenleri anlatırken gözleri dolardı. Rahmetli Menderes Kızılçullu Amerikan mektebinde okurken, gece yatağında dua ediyormuş ancak okulda görevli misyonerler “Burada İngilizceden başka dilde dua edilmez” diye çıkışmalar. Menderes de arkadaşları da buna çok içerlemişler ilk hafta tatilinde Maarif müdürlüğüne şikayete gitmişler. Malum o dönemde okulda Pazar günleri hafta tatiliyken Osmanlı’da tatil Cuma günü ve Pazar da mesai günüydü. Maarifte pek ciddiye alan olmamış boyunları bükük dönerlerken Menderes bir de İttihat Terakki Fırkası merkezine gitmeyi teklif etmiş. O tarihte İttihat Terakki İzmir Katibi Mesulü Mahmut Celal Bey (BAYAR) ile ilk kez yolları o gün kesişmiş. Celal bey gençleri dinledikten sonra Maarif vekaletine bir telgraf çekerek durumu anlatmış ardından da görevlendirile müfettişler okulu sıkı bir denetimden geçirmişler. Sonuçta misyoner papazla ülkelerine geri gönderilmişler, müfredatı milli ve manevi uygun hale getirilmesi sağlanmış ve okula çeki düzen verilmiş. İşte o gün bu işi başaran bir avuç gencin arasında Manisalı Tayyar (Egeli) de bulunuyormuş. Bu olayı anlatırken Yıldırım beylin gözlerinin dolduğunu dün gibi hatırlıyorum.
Bir başka olay da Demokrat Partinin kuruluş dönemine rastlıyor. Adnan bey, yurt gezisine çıkıyor ve Ankara’dan, Beypazarı, Nallıhan, Geyve yoluyla Adapazarı’na gidecek. Programı DP’ye yakın gazetelerde yayınlanıyor. Tayyar Bey o tarihte Geyve’de tapu müdürü ve okul arkadaşını telgrafla geçerken bir kahve içmeye beklediğini bildiriyor. Ancak Menderes cevap vermiyor, Geyve’de partililerle kısa bir kucaklaşmanın ardından Adapazarı’na intikal ediliyor. Tayyar bey buna çok içerliyor ama ertesi gün gelen telgraf yüreğine su serpiyor. Menderes telgrafında mealen kendilerinin iktidarın sürekli takibi altında olduklarını ve eğer ricasını kabul etmiş olsaydı görevine zarar gelebileceğini hatta sürülebileceğini söylüyor ve bu sebeple uğramadığını beyan ediyor. O tarihlerde Yıldırım Bey Haydarpaşa lisesini bitirmiş Ankara Hukuk Fakültesinde tahsiline devam ediyor. Bilahare Egeli ailesi Tayyar Beyin Karamürsel’e tayini nedeniyle bu şirin ilçeye yerleşiyor.
Yıldırım Bey çok iyi yüzerdi, sığlıkta oyalanmaz çok uzaklara açılırdı, hem de stil yüzerdi. Bizler de gençliğimizde onun gibi yüzücü olmayı hayal ederdik. Bir gün çok iyi yüzdüğünden söz edince, “o da bir şey mi? Gençliğimde Karamürsel’den Hereke’ye yüzerdim” demişti.
Böylelikle onu belki de kimsenin bilmediği yönleriyle, anlattığı anekdotlarla anmış, son dileğini de yerine getirmiş olduk. O cüppesini astıktan sonra bile dimağını koruduğu sürece genç hukukçulara mütalaalarıyla yol göstermeye devam etti. Gerçekten Manisa için yeri zor doldurulacak bir hukukçuydu. Bülent Arınç’tan, Halit Moralı’ya, Hüseyin Erkenci’ye, Tali Uyar’a, Emin Uz’a ve Manisa’nın birçok önde gelen avukatlarının üstadı ve onlarca genç avukatın da hocaları sayılırdı.
Eğer arkanda eser bıraktıysan öldükten sonra da anılmaya devam edersin. O arkasında kariyerlerinde hep zirve yapmış yetiştirdiği pırıl, pırıl iki evlat ve yüzlerce genç avukatı eser olarak bıraktı. Bugün onu ebedi aleme uğurlayacağız. Ruhu şad mekanı cennet olsun.
Kalın sağlıcakla…