Ben gramofon çağına yetişemedim ama pikap, plak devrini çocukluğumda, gençliğimde doya doya yaşadım.

Ardından makaralı teypler, sonra kaset teyp, CD, DVD, MP3 derken bugün artık dijital teknolojiye yetişmekte zorlanıyoruz. Bizim evde 78’lik plak çalan cihaz yoktu ama onları da rahmetli halamın evinde, Allah sağlık versin amca diye seslendiğim Av. Yıldırım Egeli’nin evinde dinlerdim. Bizim evdeki pikapta ise sadece 45’lik ve 33’lük çalma imkanımız vardı. Zaten günün hit plakları ve albümleri de hep 45’lik ve 33’lük olurdu.

Bugün single tabir edilen eserler o gün 45’lik olarak çıkar ön yüzünde asıl parça arka yüzünde ise hit olması beklenmeyen parçalar yer alırdı. Elbette bunun istisnaları da vardı, Zeki Müren, Barış Manço, Ajda Pekkan gibi sanatçıların hem ön yüzleri hem de arka yüzleri çok beğenilirdi. Hatta bazen arka yüz ön yüzü geçip hit olabilirdi.

Bu kısa girizgahtan sonra bir konuda fikir sahibi olabilmek için konunun her iki yönünü de değerlendirmek gereği üzerinde duracağım. Ancak asıl konuya geçmeden önce geçtiğimiz günlerde ihmal, sorumsuzluk, para hırsı, vurdumduymazlık ve başka ne derseniz deyin, bunların kurbanı olan 78 vatandaşımıza Allah’tan rahmet diliyorum. Özellikle de hem arkadaşım hem hısımın Nuri Şahin’in BAL’lı kızı ve torunuyla Manisalı diğer hemşerilerimize ve BAL camiasından, diğer kayıplarımıza ne kadar üzüldüğümüzü bilmem anlatmaya gerek var mıdır?

Gelelim asıl konumuza yani geçtiğimiz haftanın flaş olayı, halen daha TV programlarını meşgul eden, tartışılan Ümit Özdağ’ın ne siyasi ne de hukuki teamüllere uymayan gözaltı biçimi ve nahak yere tutuklanması meselesine. Öncelikle belirtmeliyim ki; Ümit Özdağ ile ne dünya görüşüm ne de siyasi görüşüm asla örtüşmez. Yazılarımda ve sosyal medya paylaşımlarımda söylem ve eylemlerini sıkça eleştirilmişimdir. Agresif tutumunu ve üslubunu da asla bir siyasi parti genel başkanına yakıştırmam. Ancak buna rağmen her zaman demokrasi ve hukukun üstünlüğünü savunan biri olarak ona yapılanları da kabullenemem. Nitekim karşıt görüşte olan hatta birbirlerine düşmanlık mertebesinde olan birçokları da yapılanlara isyan etmektedir. 63 baro, entelektüeller, sanatçılar, her görüşten siyasetçiler, STK’lar yayınladıkları bildirilerle, sosyal medya paylaşımlarıyla Özdağ’ın yanında yer almaktadırlar. Eğer hukuka ve demokrasiye inanıyorsak bunu yapmak zorundayız, amasız, fakatsız, lakin siz yapılan hukuk ayıbı düzeltilene dek dik durmalıyız. Bunlar plağın önyüzündeydi. Bunda demokrasiden biraz nasibini alan herkes hemfikirdir. Ancak, bir daha Yassıada’lar, Ergenekonlar, balyozlar olmasın; Can Atalay’lar, Kavalalar, Özdağ’lar, doğruları yazan gazeteciler, sanatçılar nahak yere hapsedilmesin, tutuklanmasın, taciz eder gibi gözaltılar olmasın diyorsak, plağın arka yüzünü de dinleyip, değerlendirip, iğne ve çuvaldız meselesini hatırlamamız gerekir. Zira hukuk bir gün herkese lazım olabilir. Adaletin terazisini asla sana göre, bana göre demeden hep dengede tutmalıyız.

Gelelim plağın arka yüzüne. Acaba bugün haksızlığa uğradığına inandığımız Ümit Özdağ geçmişte yaşanan haksızlıklar, hukuksuzluklar, adaletsizlikler karşısındaki duruşu, tutum ve davranışı neydi?

Ümit Özdağ Tokyo doğumludur. Nedeni, darbeci babası Muzaffer Özdağ 27 Mayıs darbesi sonrası sivil siyasete dönülmesini reddeden 14’ler arasında yer almış bu yüzden Cemal Gürsel tarafından feshedilen Silahlı Kuvvetler Birliğinin yerine oluşturulan Milli Birlik Komitesinde yer almamıştır. Sonrasında ise 14’ler muhtelif ülkelerde devlet görevlerine atanmışlardır. Özdağ Tokyo’da görevlendirilmiş Ümit Özdağ da burada dünyaya gelmiştir. Özdağ yanlıları Japonya görevini düşük bir görev olarak yazıp çizerler. Ne olacaktı yani seçilmiş hükümeti deviren, Atatürk’ün en büyük eserim dediği Gazi meclisi fesheden, 24 anayasasını alenen ve cebren ihlal eden darbecilerden bir yüzbaşıyı Büyükelçi mi yapacaktı bu devlet?

Ümit Özdağ bir demecinde 27 Mayıs gerekliydi yapıldı demiştir. Bir sivil siyasetçi eğer bir darbe için gerekliydi diyorsa o kişi demokrat olamaz, bana göre demokratik bir toplumda siyaset yapamaz, hukuktan adaletten de söz edemez. Merak etmesin biz onun hukukunu da savunuruz. Yassıada mahkemesi Türkiye’de hukuksuzluğun kapısını açmıştır. Yassıada olmasaydı darbe mahkemeleri de olmaz, Ergenekonlar, balyozlar da olmaz, hukuk siyasallaşmaz, adalet gerçekten mülkün(devletin) temeli olurdu. 27 Mayıs olmasaydı, 12 Martlar, 12 Eylüller, 15 Temmuzlar da olmaz askeri veya sivil vesayet de olmazdı. TBMM Yassıada mahkemesi kararlarını bütün sonuçlarıyla yok saymış ve devleti bu hukuksuz mahkemenin mağdurlarına tazminat ödemeye hükmeden yasayı çıkarmıştır. Bu yasa bütün partilerin iştirakiyle Oy birliği sayılabilecek bir çoğunlukla çıkmıştır.

Şimdi ben plağın arka yüzüyle ilgili olarak 27 Mayıs sonrasında yaşanan hukukun ve adaletin katledilmesinin mağdurlarından birinin evladı olarak Ümit Özdağ’ın da adil olmayan ve hukuka uygun olmayan bir biçimde tutuklandığını ve mağdur edildiğini kabul ediyor ve kendisine soruyorum:

Hala 27 Mayıs’ın gerekli olduğunu düşünüyor musunuz? Yassıada mahkemesinin adaletli olmadığını kabul ediyor musunuz? Suçlamanın yersiz olduğuna işaret eden bir eski bakana “sizi içeri tıkan kuvvet böyle istiyor” diyen mahkeme başkanı Salim Başol’un adil olmadığını düşünüp hiç kınadınız mı? Adnan Menderes’in üniversitelerdeki nümayişlerde şiddet uygulanması, silah kullanılmasını istediği yönünde ifade vermeleri için İstanbul Polis müdürlerine işkence yapılmasını hiç lanetlediniz mi? (Bu polis müdürlerinden biri işkence esnasında kalp krizi geçirerek ölmüştür, olay örtbas edilmiştir).

Hepsi beraatla sonuçlanan köpek davası, bebek davası, cımbız davası gibi magazinsel olayları bile iddianameye alıp cumhurbaşkanı ve başbakanı itibarsızlaştırmaya çalışan tetikçi başsavcı Altay Ömer Egesel’i kınıyor musunuz? Üniversite öğrencilerinin öldürülüp cesetlerinin kıyma makinalarında çekilerek betona karıştırıldığı yönündeki alçakça iftiraları yayan ve bunları ciddiye alıp soruşturma konusu yapan savcı hakkında ne düşünüyorsunuz? Merhum bakan Kamran İnan’ın babası ve eski bakanlardan Safter Gaydalı’nın dedesi Selahattin İnan hakkında “her ne kadar anayasayı ihlal eden kanunlara oy vermemiş olsa bile, daha önceki oylamalarda hep gurubunun istikametinde oy kullandığı için bu oylamalarda mecliste bulunsaydı aynı yönde oy kullanacağı aşikardır” diyerek büyük bir kehanette bulunan bu savcı ile bugün sizin ve başkalarının iddianamelerinde yer alan bazı niyet okumalar arasında bir benzerlik kurdunuz mu?

Bir de babanızın da fikir babaları arasında yer aldığı Sivas Kampı meselesi var. Bilmeyenler için anlatayım. Darbeyi müteakip DP milletvekilleri Yassıada’ya gönderilirken Kürt kökenli DP milletvekillerinin yakınları, Doğu ve Güneydoğudaki DP il başkanları, DP’yi destekleyen aşiret liderleri, DP taraftarı kanaat önderleri Sivas’a sürgün edildiler. Aralarında Kinyas Kartal, Ensarioğlu ailesi, Bucaklar gibi ileride siyasette de gördüğümüz birçok kişi sorgusuz, sualsiz hapsedildiler. Yassıada kararları alınıp Menderes ve bakanların infazları gerçekleştirildikten sonra hiçbir sorgu bile olmadan serbest bırakıldılar. Aralarında işkenceye uğrayanlar da vardı. Kampta bulunanların bazıları veya yakınları ileride AP, YTP, 12 Eylül sonrasında da DYP, ANAP, AKP ve çok azı da HDP de milletvekili, senatör oldular. Bunların AP ve DYP de olan birçoğu ile çok yakın dostluklarımız oldu. Devletine bağlı ve Türkiye’nin birlik ve bütünlüğüne inanmış bu kişiler hayatları boyunca Sivas kampından hiç söz etmediler, siyasete malzeme yapmadılar. 27 Mayıs ve yaşanan olumsuzluklar hakkında hiç devleti ve askeri suçlamadılar, darbecilerle şerefli Türk ordusunu birbirinden ayırmasını bildiler. Ne yazık ki; kötü niyetli kişiler Sivas kampını demokratları değil de Kürtleri sindirme operasyonu olarak nitelediler. Ne yazık ki 12 Eylül askeri darbesi de benzeri hataları tekrarlayınca bunu ileri sürenlerin taraftarları çoğaldı. PKK’nın ve bölücü güçlerin doğmasının baş sebebi budur. Şimdi soruma geçiyorum: Siz bilim insanısınız, mutlaka ki bu meselesi bir bilim adamının objektifliği içinde analiz etmişsinizdir. Siz de Sivas kampının siyasal Kürtçülüğün filizlenmesine sebep olduğunu düşünüyor musunuz? Yoksa babanız ve arkadaşlarının yanında mı duruyorsunuz?

Soruları çoğaltabiliriz ama bu kadarı yeterli. Biz her zaman hukukun üstünlüğünün adaletin tarafında olduk. Bugün de Özdağ’ın hukukunu, adil yargılanma hakkını savunuruz ama eğer plağın arka yüzündeki sorulara verebileceği cevapları yoksa özgürlüğüne kavuştuğu gün karşısına da dikiliriz.

Herkes için adalet, herkes için hukuk bizim şiarımızdır. Kalın sağlıcakla…