Kuşkusuz ki; Türk siyasi hayatında birinci kırılma günü 14 Mayıs 1950’dir.

Her ne kadar Demokrat Partinin 14 Mayıs 1950 seçimlerinde açık farkla iktidara gelmesi Demokrat Partinin zaferi olarak görünse de aslında o sadece bir seçim galibiyeti değil siyaset bilimi, siyasal iletişim ve sosyolojik açılardan değerlendirilmesi gereken önemli bir kırılma noktasıdır.

Biz Demokratlar fanatikler dışında hiçbir zaman bu seçim galibiyetini zafer olarak nitelemedik. Aksine bunu DP zaferi olarak görüp, yenilgilerini bir türlü hazmedemeyenler bazı CHP yanlısı entelektüellerdir. Oysa 14 Mayısın bir zafer olmadığını, halkın taleplerinin ve dünyadaki değişim ve demokrasi özleminin bir yansıması olduğunu görebilmiş olsalar ve bu yenilgiden ders almayı becerebilmiş olsalardı 80 yıldır hiç seçim kazanamamış bir parti olmazlardı. Tabi istisnaları da vardır, merhum Kasım Gülek, merhum Bülent Ecevit, Kemal Kılıçdaroğlu ve Zincirbozan sürgününde merhum Demirel’in rahle-i Tedrisinden geçen CHP sürgünleri istisnadır. Bu mesele ayrı bir makale konusudur biz bugün 11 Şubat’ı ele alacağız.

11 Şubat Türk siyasi hayatında Demokrat Partinin yerini alacak olan Adalet Partisinin kuruluş günüdür. Bir başka deyişle Türk siyasi hayatının ikinci kırılma noktasının habercisidir. Rahmetli babam, eğer 27 Mayıs olmasaydı 1961 de veya erken yapılacak bir seçimde CHP’nin tek başına olmasa bile yeniden iktidara gelebileceği şartların oluştuğunu, gidişatın bu yönde olduğunu söylerdi. Oysa 61 seçimlerinde darbecileri, darbeden güç kazanıp ibiği kanlanan diğer unsurları da arkasına alan CHP 1957 seçimlerinde aldıkları oyun çok gerisinde kaldı. Yeni kurulmuş AP ise, affedilecekler vaatleriyle kandırılan, Menderes’in oğlu ve avukatlarının bazılarının eski DP’li Ekrem Alican’a kurdurulan muvazaa partisi YTP’ye katılmalarına ve aday gösterilmelerine rağmen, CHP’ye çok yakın bir oy oranıyla ikinci parti oldu.

27 Mayıs darbesini müteakip Genel Kurmay Başkanı Rüştü Erdelhun da tutuklanarak Yassıada’ya gönderilmişti. Darbeci genç subaylar Erdelhun ve diğer generallere karşıydılar. Ankara’daki birlikler zaten cunta ile iç içeydiler, İstanbul birinci ordu da genç subayların baskısıyla bağlılığını açıkladı. Ancak Erzurum’daki 3. Ordu komutanı Orgeneral Ragıp Gümüşpala cuntaya biat etmedi. Darbecilerin en rütbelisi Tümgeneral Cemal Madanoğlu, 2 gün sonra sabaha karşı Gümüşpala’yı aradı katılımlarını beklediklerini söyledi. Gümüşpala kendinden daha alt rütbelilerden talimat alamayacağını bildirdikten sonra derhal sivil idareye dönülmesi Devlet Onurunun korunması ve adil yargılama taleplerini iletti.

Gümüşpala’nın bu çıkışı Madanoğlu’nu zora sokmakla birlikte bir bakıma elini de rahatlattı. Zira o da Alparslan Türkeş’in ve genç subayların tutumlarından rahatsızdı. Darbeden kısa bir süre önce kara kuvvetlerinden ayrılan Cemal Gürsel’i başa geçmesi için çağırdı, böylelikle orduda otoritenin sağlanacağını düşündü. Gürsel başa geçince Gümüşpala’yı Genel Kurmay başkanlığına getirdi çünkü kuvvet komutanları da görevden alınmış, orduda orgeneral neredeyse kalmamıştı. Ancak Türkeş ve arkadaşlarınca bazı generallerin, subayların tasfiyesi için liste hazırlıyorlar,sivil idareye geçmeyi de istemiyorlardı.

MBK 2 Ağustos 1960 tarihinde aldığı bir kararla 235 General ve amiral ile 5 binden fazla subayı ordudan resen emekliye sevk etti. Üstelik tasfiye hareketine karşı olduğunu açıkça beyan eden Gümüşpala da Ordudan atılanlar arasındaydı. Generallerin çoğu önce birinci dünya savaşı ardından da milli mücadelede savaşmış kahramanlardı. Bu olay ordu içinde de huzursuzluklara yol açtı. Başlarında generaller olmak üzere 5 bini aşkın subay Emekli İnkılap Subayları (EMİNSU) Derneğini kurdular ve haklarını aramak için girişimlere başladılar. Cemal Gürsel hem bu huzursuzluğa yol açan 14’ler adı verilen Türkeş ve arkadaşlarını MBK’dan tasfiye etti hem de EMİNSU derneğini kapattırdı. Aynı günlerde siyasi partilerin kurulmasına müsaade edilmiş ve seçim kararı da alınmıştı. EMİNSU’ların bazıları da dernekle değil siyasi güçle mücadeleye devam edilmesi gerektiğini düşünüyorlardı.

Diğer taraftan Yassıada’daki tutukluk hali sona eren İzmirli demokratlardan Mehmet Yorgancıoğlu da ayağının tozuyla parti kurma hazırlıklarına başlamıştı. Yorgancıoğlu’nun amacı DP’nin devamı olduğunu hissettirecek bir parti kurmaktı. DP ile aynı çizgide siyaset yapan ancak milliyetçi muhafazakar yönü ağır basan Köylü Partisi Genel Başkanı Tahsin Demiray ve Atatürk’ün teşvikiyle ilk Türkçe Kuran tefsirini yazan Elmalılı Hamdi Yazır’ın oğlu Muhtar Yazır da Yorgancıoğlu’na katıldılar. Kamuran Evliyaoğlu ve DP milletvekili gazeteci Mithat Perin’in kardeşi Doç.Dr Cevdet Perin de Kuruluş faaliyetlerine katıldı. Her ne kadar Yorgancıoğlu parti kuruluşunda öncü görev üstlense de genel başkanlığı düşünmüyor, şimşeklerini üzerine çekmeyecek uzlaşmacı birini arıyordu.

EMİNSU’lardan kurmay Albay Şinasi Osma aracılığıyla Yorgancıoğlu ve Gümüşpala İzmir Konak’taki bir otelde bir araya geldiler. Gümüşpala’nın askerlik yönü tartışılmazdı, birinci dünya savaşına katılmış,  Filistin cephesinde Nablus’ta İngilizler tarafından tutsak edilmiş ve İstiklal Savaşına katılmış başarılı bir askerdi. Devletine, milletine ve hukuka bağlı kişiliği ile tanınıyor, darbeciler karşısındaki dik duruşu da takdir ediliyordu. Uzun süren görüşmeler sonunda Gümüşpala ikna oldu ve 11 Şubat 1961 günü Ankara Valiliğine verilen dilekçeyle Adalet Partisi resmen kurulmuş oldu.

11 Şubat tarihi Türk siyasi tarihinde ikinci bir kırılma noktasıdır. Zira 1957 seçimlerinde %41 oy alan CHP, 27 mayısçıların ve yandaşlarının desteğine rağmen 61 seçiminde büyük oranda oy kaybederek %36 oyda kalmış AP ise henüz birkaç aylık parti olmalarına, tedbirler kanunu yasakları altında serbest propaganda yapamamalarına ve YTP’nin demokrat seçmeni yanıltmasına rağmen CHP’nin sadece iki puan gerisinde %34 oy alarak darbecilere gereken cevabı vermiştir. 1963 yılında yapılan yerel seçimlerde ise AP %45 oyla birinci parti olmuştur. 1964 yılında Ragıp Gümüşpala’nın vefatı sonrası Süleyman Demirel genel başkanlığında girilen 1965 seçimlerinde %53 oyla tek başına iktidar olmuştur.

Bugün Sevgililer günü bütün okuyucularımın bu gününü kutlar ve tüm sevdikleriyle mutlu, keyifli ve huzurlu bir gün geçirmelerini dilerim. Ancak sevgilerin en üstünlerinden vatan, bayrak ve memleket sevgisini unutmayalım. Bireylerimizin değil tüm milletimizin, sevgi, barış, huzur, refah içinde zengin ve kalkınmış, ileri medeniyetler seviyesine ulaşmış olarak, kimseye muhtaç olmadan hayatını sürdürebileceği, özgürce yaşayıp göğsünü gere gere inançlarını yaşayabileceği müreffeh büyük Türkiye’yi arıyor ve özlüyorsak kısır çekişmeleri, kayıkçı kavgalarını, kibiri, egolarımızı bir tarafa bırakıp el ele verme, uzlaşma zamanıdır. Yeniden Büyük Türkiye hedefine ve yeni bir kırılma noktasına ulaşma yolunda ülkenin ihtiyacı budur.

Adalet Partisinin kuruluşunun 64. Yılı kutlu olsun.  Kalın sağlıcakla…