Uzun zamandır boğazım düğümleniyor.
Etrafıma gerçekten görmek için baktığımda, kafasında bir sürü soru işareti olan çocuklar ve yetişkinler görüyorum.
Ne zamandır zihinlerimiz bu kadar karışık?
Çocuklar artık eskisi gibi oynamıyor.
Her an kavga etmeye hazır, pimi çekilmiş bomba gibiler.
Yetişkinler, yarın neler yaşayacaklarının kaygısında.
Her an gergin, bir yerlere yetişmek için koşturan bedenler oldular.
İşte ben bu kargaşanın ortasında herkese seslenmek istiyorum:
Hey! Durun biraz.
Beni dinleyin.
Size anlatacaklarım var.
Geçen hafta beş yaşındaki oğlum bana şöyle dedi:
“Sen benimle çocuk gibi oynamıyorsun. Seninle oynamak hiç eğlenceli değil.”
O an durdum. Kalakaldım.
Çocuk olmak ne demekti?
Sokaklarda ip atladığım, sek sek oynadığım, mahalledeki her çocuğun oyun arkadaşım olduğu yıllara gittim.
Heyecanlıydık, meraklıydık.
Yerimizde duramazdık ama yüreğimiz rahattı.
Oğlumun gözlerindeki o kızgın bakış beni yıllar öncesine götürdü.
Çünkü biz büyürken sadece zamanla yarışmayı öğrendik.
Kendi değerlerimizi, kendi iç çocuğumuzu unuttuk.
Ve şimdi, çocuklarımıza da unutturuyoruz.
İşte bu yüzden yazmak istedim.
Kendi iç sesimi, oğlumun gözlerinden gelen o sessiz haykırışı, öğrencilerimin bakışlarındaki cevapsız soruları duydukça…
Anlatmak istedim.
Belki unuttuğumuz şeyleri hatırlatırım.
Belki sadece birlikte düşünürüz.
Ama mutlaka bir yerden bir yere dokunuruz.
Her yazım bir çağrı olacak:
Kendimize, çocuklara, insana, hayata…
Ve belki, yeniden oynamayı hatırlarız.