Daha önce yazdığım bir yazı. Şimdi tam da zamanı.
Yaz mavisinin rengi sonbahar sarısına döndüğü zamanı hep sevmişimdir. Sarıdan kahverengiye tüm tonlarıyla hazan mevsimi sonbaharı yaşamak insanın içine hüzün yerleştiriyor. Havanın renginin grinin tonlarını alması, ağaçların sarıdan kahverengiye bürünmesi, yaprakların tutunduğu daldan koparak yere düşmesi... Hafiften başlayıp kimi zaman ıslık çalan rüzgarın sesi... Bulutlardan aheste aheste kendini bırakan, gök gürültüsü ve şimşekle birlikte birden boşalıveren yağmur damlaları... Beni kendine çeken, büyüleyen, hüzünlendiren ama sonbahara hayran kalmama da neden olan işte tam da bu hava.
Geçen gün okuduğum bir yazıda "Sonbahar bir masaldır" diyordu. Sonbaharı anlatan masalsı yazıyı sizlerle de paylaşmak istedim. Buyrun okuyun;
"Çok çok eski zamanlarda ne sonbaharın ne de diğer mevsimlerin yaşanmadığı zamanlardan bahsedilir. Mevsimlerin olmadığı bu zamanlarda dünya sadece iki renkten oluşurmuş, siyah ve beyaz. Aydınlık ve karanlık. Renklerin olmadığı bu dünyada düşler, hayaller ve mucizeler de yokmuş. Herkes yapması gerekeni yapar, söylemesi gerekeni söyler, erken kalkar erken yatarmış. Renklerin olmadığı bu dünyada masallar, hikayeler ve şarkılar da yokmuş. Bir tek marş denen bir şey varmış her daim her yerde büyük bir ciddiyetle söylenirmiş bu marşlar. Ancak ne çiçekler, ne ay, ne de kuşlar üzerine yazılmış şiirler, şarkılar, oyunlar yokmuş.
Tam bir yokluk hali…
Günlerden bir gün dünyaya hep gri bir dumanın ardından biraz da kibirlice bakan güneş hapşırmış. Güneşin hapşırmasıyla birlikte her yere güneş damlaları saçılmış. Dünyaya pek pas vermeyen güneş bu saçılıp dağılma işine biraz bozulduysa da çok da belli etmemiş. Ama güneş damlalarının dünyanın ve galaksinin her yerine dağılmasını da engelleyememiş.
Bu damlaların büyükleri yıldız olmuş. Büyükçe başka bir tanesi ay olmuş. Mini mini bir kaç güneş damlası bir su birikintisine düşmüş. Güneş damlalarının suya düşmesiyle birlikte suyun üstünde dalga dalga bir renk belirmiş. Suyun üstünde oluşan ve insanların daha sonra mavi adını verdikleri bu renk tüm sulara yayılmış. Mavi renk dağıldıkça gök yüzündeki grilik mavileşmiş. Güneş damlaları çok sıcak olduğundan suya düşen damlalar sudan buharların çıkmasına neden olmuş. Buharlar yükselmiş, yükseldikçe birleşmiş ve ilk bulutları oluşturmuşlar, beyaz, kocaman bulutlar.
Bulutlar çok uzun süre aynı gök yüzünde durmayı sevmez. Bulutlar hem gezmişler gökyüzünü, hem de gezdikleri yerlerde yağmur olup damla damla yer yüzüne düşmüşler. Bu gök ile yerin ilk buluşmalarında tabiat ana uyanmış. Her yeri mis gibi toprak kokuları sarmış. Tabiat ana gökten düşen bir kaç damla güneşin ardından tohumlar ekmiş, fidanlar büyütmüş, göğe uzanan serviler yetiştirmiş, uçsuz bucaksız kırlarda çiçekler açtırmış. Maviler, yeşilliklere dönüşmüş, yeşillikler renk renk çiçeğe bürünmüş. Doğanın renklenmesinin 100. gününde bülbül ilk şarkısını söylemiş güle. Bülbülün şarkısını duyan bir çocuk bir oyun uydurmuş aklından, toplamış arkadaşlarını başlamışlar oynamaya. Bir kadın görmüş çocukların oyununu. Tanık olmuş çocuk kahkahalarına. Çocukların neşesi, neşeli bir şarkıya dönüşmüş kadının dillinde. Kadının şarkısını duyan adam aşık olmuş kadına.
Bir marangoz yoldan geçerken tanık olmuş aşka. O günden sonra dünyanın en güzel renklerinden ahşap oyuncaklar yapmaya başlamış. Marangoz hayatı boyunca aşkla yapmış işini. Çocuklar aşkla yapılmış oyuncaklarla oynamışlar.
Sevgiden doğmuş en güzel masallar, şiirler, hikayeler. Hikayeleri, masalları ve şiirleri dinleyenler uykularında rengarenk düşler görmüş.
Düş hayatın kaynağıdır. Her kaynak gibi beslenmeye ihtiyaç duyar. Düşleri beslemek, yeni yeni düşler görmek için bazen durup dinlenmek, yenilenmek, silkinmek gerekir. Bu yüzden tabiat ana, her şeyi ile bolluk olan yazın bitiminde daha güzel düşleri doğurmak, iyiyi güzeli beslemek için uykuya yatar. Tabiat ana uykuya daldığında doğa da yavaş yavaş uykuya dalar.
Böylece sonbahar her şeyin başı ve sonu olarak doğar. Sonbahar önce tüm yorgunlukları, kırgınlıkları ve hüzünleri alır, onları hüznün sarısına, umudun yeşiline, arzunun kızılına boyar. Sonra onları usul usul toprağa emanet eder ki, toprak her zaman aldığını daha güzel eder de verir bahara. Sonbahar yeniden uyanmak için tabiatın uykuya dalışıdır, o yüzden en güzel düşler sonbaharda görülür. Sonbahar düştür, masaldır. Masalsı değil masaldır"