Bu dünyadan bir yıldırım Akbulut geçti. Hatalarıyla, sevaplarıyla, fıkralarıyla bir döneme adını yazdırmış Yıldırım Akbulut fani dünyayı terk ederek ebedi aleme göç etti. Allah rahmet eylesin mekanı cennet olsun.
Siyaset yapıyorsanız çokça muhaliflerinizin, muarızlarınızın, rakiplerinizin de hışmına uğrarsınız. Okların hedefi olur, bazen hiç de hak etmeseniz bile en ağır eleştirilere hatta hakaretlere maruz kalırsınız. Eğer bunları hazmedebiliyor, gülüp geçebiliyorsanız, yeri geldiğinde taşı gediğine koyup, size fırlatılan okları bumerang gibi sahibine döndürebiliyorsanız o zaman lider olmuşsunuz demektir. Merhum Akbulut birinci kısmı fevkalade yapıyordu, öfkelenmiyor, hiddetlenmiyor, anlatılan fıkralara, eleştirilere gülüp geçiyordu ama bumerang etkisi yaratamıyordu. Zira karşısında kolay lokma CHP yöneticileri değil, Süleyman Demirel gibi usta bir siyasetçi ve söz ustasıyla, Erdal İnönü gibi kıvrak zekası ve espri yeteneği olan bir bilim adamı vardı.
Kendisini ilk kez Erzincan AP il başkanı olduğu dönemlerde Ankara’da Temsilciler meclisi toplantılarında tanıdım. O zamanlar AP il başkanları milletvekillerinden daha güçlü, parti üst yönetimi ayarında usta siyasetçilerdi bu kadar güçlü siyaset ustaları arasında merhum Akbulut fazla öne çıkmaz geride durmayı tercih ederdi. 1983 yılında siyasi faaliyetlere yeniden izin verildiğinde bizler gibi AP’lilerin çoğunluğu merhum Demirel’in işaretiyle Büyük Türkiye Partisinin kuruluşu hazırlığındaydı. Ancak merhum Özal çevresinde Demirel’in kurduracağı partinin darbe konseyi tarafından kapatılacağı konuşuluyordu. Ben bunu hem merhum Veysel Atasoy’dan hem de merhum Hasan Celal Güzel’den duymuştum. Hasan Celal Güzel kaynak da gösteriyor, 12 Eylül bürokrasisinde Başbakanlık Müsteşar Yardımcısı olarak birlikte çalıştığı iki paşaya dayandırıyordu iddiasını. Nitekim merhum Güzel kurucu olduğu Büyük Türkiye Partisinden imzasını gece yarısı çekmiş, bu yüzden sabah erkenden dosyasını verecek olan BTP kuruluşunu öğleden sonraya ertelemişti. Bu yüzden Demirel’in yakasındaki İTÜ rozetini işaret eden arı logosu da altına bir Türkiye haritası konularak, dosyayı daha erken veren ANAP tarafından kopyalanmıştı. BTP’nin kapatılacağı söylentileri üzerine birçok eski AP’li siyasetçi de ANAP kurucuları arasında yer aldı. Bunlardan biri de merhum Yıldırım Akbulut’tu. Erzincan’dan milletvekili seçildi ve Özal Hükümetinde İçişleri bakanlığına getirildi.
Doğruyolcular geçmişi AP’li olması nedeniyle Akbulut’u fazla eleştirmiyorlar, o da ilk zamanlarda bize ters gelecek icraatta bulunmuyordu. 1985 yılında Emirdağ belediye başkanının vefatı üzerine ara seçim yapılacaktı. Biz de iddialıydık, miting için sayın Cindoruk’la birlikte Emirdağ’ geldik. Büyük bir coşkuyla karşılandık, seçim kurulundan izinli, saatli toplantı için miting alanına doğru yol alıyorduk. Birden bir kavşak noktasında ellerinde otomatik silahlarla tatbikat giysileri içinde özel harekat ekibi yolumuzu kesti. Bir de baktık ki merhum Akbulut seçim otobüsünden halkı selamlayarak bize doğru geliyor. Görüntü tam da darbe rejimi görüntüsüydü. Hemen fırladık indik seçim otobüsünden özel harekat üzerimize yürüdü, biz kalabalıktık yardık geçtik, alabildiğince bağırıyorduk, onu yakından tanıyan daha büyük abilerimiz sitem ediyor yaptığının ayıp ve anayasal hakkımızın ihlali olduğunu söylüyorlardı. Tartışma bir süre devam etti, sonra merhum Akbulut yanındakine bir şeyler fısıldadı ve özel harekatçılar anında çekilerek yolumuzu açtılar ama bu hareket hem kendilerine hem bize seçim kaybettirdi. SHP adayı Ömer Faruk Pala seçimi kazandı.
Yıllar sonra merhum Akbulut DYP’ye katıldı ve 2002 seçimlerinde İstanbul milletvekili adayı oldu. Bir gün bir toplantıda yan yana düştük ve Emirdağ olayını kendisine hatırlattım. O da “Ben olmasaydım o gün orada arbede çıkardı özel harekatçılar Cindoruk’u konuşturmamak üzere Ankara’dan talimat almışlar” dedi. Siyaset böyle bir şey işte birileri Ankara’dan usulsüz talimat veriyor, fatura başkasına kesiliyor. Başbakanlığında da çok fatura çıktı, fıkralar yazıldı ama hemen altını çizmek isterim bunların çoğunluğu parti içinden muhalif kanattan türedi. Fıkralardan söz edince bir fıkrayla analım ruhunu şad edelim.
Bir yurt dışı gezisinde merhum, danışmanlarına akşam programının ne olduğunu sorar. Onlar da o ülkenin dış işleri bakanıyla “Figaro’nun Düğünü” ne gidileceğini söylerler. Başbakan hemen panikler ve “aman mahcup olmayalım, şahsen tanımasam da Devletimizin itibarı var derhal bir beşibiryerde alın bir de güzel bir çiçek yaptıralım” diye cevap verir. Tabi bunların aslı astarı yok rahmetli de gülüp geçerdi zaten.
Dengeyi sağlamak adına bir fıkra da bizim taraftan anlatayım. Kadim dostumuz Nurhan Tekinel’in oğlu, yeğenimiz Yavuz’un sünnet düğününe davetliyiz. DYP gurubu komple Gölbaşı Patalya otelin havuz başında, SHP ve ANAP’tan da çok sayıda eski yeni milletvekili ve partili arkadaşlarımız, bürokratlar da var. Gözler Tansu Çiller’i arıyor, geciktikçe de bir fıkra kulaktan kulağa dolaşıyor:
Danışmanları Çiller’e “Nurhan Tekinel’in sünnet düğününe gidecek misiniz, hazırlık yapalım mı? Diye soruyorlar. Çiller kaşlarını çatıyor ve panik içinde “Yahu! Siz ne biçim danışmansınız? Bana Bahattin Şeker’in askerliğini eksik yaptığını söylemediniz, şimdi de Nurhan Tekinel’in sünneti mi çıktı? Bu yaşa gelmiş sünnet olmamış mı?” diye basıyor fırçayı. Danışmanlar şaşkın! Birbirlerinin yüzüne bakıp cesaretlerini topluyorlar ve sünnetin Nurhan Tekinel’in değil, oğlu Yavuz’un oğlu olduğunu söyleyip paçayı sıyırıyorlar.
Asaletiyle, dürüstlüğüyle, hoşgörülülüğüyle, vakur ve mütevazı duruşuyla gerisinde onurlu bir iz bırakan Yıldırım Akbulut’u gülümseyerek uğurluyoruz ebedi mekanına. Yiğit namıyla anılır derler, önemli olan geride hoş seda bırakabilmektir, binlerce hakaret davası dosyası değil.