Ülkemizde ekonomi biliminin dünya literatüründe yer almayan yepyeni ve olağan dışı teoriler üreten büyük bir ekonomistin olduğu bir ahvalde benim dersimiz ekonomi başlığı atmam biraz haddini aşmak olsa da birkaç kelam etmeme izin verin lütfen.
Her ne kadar kendimizi ekonomist olarak saymasak da ülkemizin en iyi okullarında bu işin ilmini aldım ve mastır diplomasına sahibim. Hem özel sektörde hem de devletin büyükçe işletmelerinde genel müdürlük yapmış, Türkiye ekonomisine yön veren kurumlarından en yetkinlerinden bir meslek kuruluşu Birliğinde üst düzey yöneticilik ve danışmanlık yapmış biri olarak herhalde ben de bir şeyler söyleme hakkına sahip olabilirim.
Aslında, liseden mezun olduğumda abimin kimya mühendisi olmasından etkilenip oraya yönelmiştim. Boğaziçi üniversitesinde kimya bölümünü kazanmış, hazırlık sınavını kazanarak doğrudan birinci sınıfa geçmiştim. Yanılmışım ama bunu ilk dönem fizik, kimya, matematik derslerinden başarısız olunca anlayabildim. İkinci dönem bu derslerin devamını alamayınca ileriki yılların seçmeli derslerini alarak yoluma devam ettim. Prof. Vakur Versan’ın kamu hukuku ve yönetimi dersi ile Prof. Demir Demirgil’in (Yorgo Yorgidis) top sahası tribünlerindeki ekonomi sohbetleri benim ekonomi, iş idaresi ve kamu yönetimine doğru sevk etti. Genlerimizde liderlik, siyaset, iktisat, yönetme yönlerimiz de güçlü olunca bu hiç de zor olmadı. Müteakip yıl yeniden sınavlara girerek ODTÜ işletme bölümüne girdim. Sonrasında da Gazi Üniversitesinde finansal yönetim mastır derecesine hak kazandım.
Bizim eğitim sistemimiz hep ezbercilik ve yarışmaya özendirici niteliktedir. Bizim lise dönemimizde bugünkünden çok daha iyi olmasına rağmen o zaman da nispeten öyleydi. Fizik matematik derslerimizde hep üniversite sınavlarını kazanmaya yönelik eğitildik. Bunun faydalarını elbette gördük ama o öğrendiğimiz türev, integral ve benzeri şeylerin ne işimize yarayacağı bizlere öğretilmedi. Bunların ne işe yaradığını ise mastır yaparken ekonomi hocamdan öğrendim.
Tabi, hem öğrencilik hayatımızda hem de iş hayatında birçok yeni şeyler öğrendik. Her şeyden önce teori ile pratiğin birbirinden çok farklı olduğunu gördük, çünkü teoriler doğrudur ama dış etmenler hesaba katılmaz. İşin içine devlet müdahaleleri, çevre etkileri, sosyal nedenler, tüketici davranışları, tasarruf eğilimleri, sivil toplum hareketleri, sendika ve meslek kuruluşlarının etkileri, mevzuat engelleri, politik etkenler ve benzeri etkenler de girince sonuçlar da farklı olabilir. Zira okullarda öğretildiği gibi tam rekabet piyasası diye bir durum hiçbir zaman gerçek olmaz. Yani serbest piyasa sanıldığı kadar da serbest değildir. İşte hem işletmeleri hem de ülkeleri yönetenlerin bu etkenleri öngörüp ekonomi politikalarını ona göre şekillendirmeleri icap eder. Yoksa çöküş kaçınılmazdır, inatlaşmanın da kimseye faydası yoktur.
Gelelim ekonomi jargonunda yeni, yeni kullanılan kavramlara. Enflasyon kavramı artık köy kahvelerinde bile konuşuluyor. Herkes öğrendi, hem enflasyon kavramını öğrendi hem de yıllardır enflasyon altında yaşamayı öğrendi. Ondan türeyen stagflasyonu ise merhum Bülent Ecevit’in 12 bağımsız milletvekiline 11 sandalye vererek Güneş Motelde kurduğu CHP-11’ler garabet hükümeti döneminde öğrendik. Ekonomi, işletme okuyanlar zaten duymuşlardı ama ekonomiyle ilgisi olmayanlar da o dönemde öğrendiler. Durgunluk içinde enflasyon anlamına geliyor. Yani ekonomi durgun, üretim düşük, birçok malın yokluğu var ama yine de fiyatlar yükseliyor işte bu en tehlikeli durum. Ecevit stagflasyonun faturasını 79 ara seçiminde ödedi. Mecbur olmadığı halde istifa etti, hükümet krizi doğdu ama cesur hareket eden Demirel azınlık hükümetini kurdu. 24 Ocak 1980 yılında alınan ekonomik istikrar tedbirleriyle, ekonomik durgunluk sona erdi, ithal ikamesinden tedricen, ihracat teşviklerine dönüldü, dövizde ikili fiyat sonlandırılarak devalüasyon yapıldı, piyasalar rahatladı, üretim arttı, yokluklar, kuyruklar kalktı. Üç haneli rakamları aşmış olan enflasyon iki haneye indi ve erime sürecine girdi. Ne yazık ki ülke 12 Eylül darbesine maruz kaldı. Darbe hükümetleri ekonomik istikrar tedbirlerini uygulamayı sürdürdü ve 2 yıl sonra enflasyon %27 seviyesine düştü. Ancak ekonomik hayattaki dış etkenleri öngöremeyen hükümetler, 1983 den sonra enflasyonu önce %30 sonra % 50 ve daha yüksek oranlara çıkardılar.
Bugün yeniden stagflasyon gündemde üstelik enflasyon düşürülemiyor. Hatta TÜİK oranlarıyla tarafsız araştırmacıların (ENAG) oranları arasında uçurum görünüyor. Zımnen olsa da TÜİK yetkilileri de tüketicinin hissettiği enflasyonun daha yüksek olduğunu itiraf ettiler. Bütün bunlar konuşulurken eski Hazine Müsteşarı Mahfi Eğilmez ekonomi jargonuna iki yeni kavram daha ekledi: Şrinkflasyon ve Skimpflasyon. Ekonomiyle haşır neşir olanlar elbette daha önce duymuşlardır ama ilk defa gündeme taşınması durumun ne kadar vahim olduğunu gösteriyor.
Şrinkflasyon herhangi bir ürünün fiyatını artırmadan gramajındaki değişiklikle yapılan gizli zamları açıklamakta kullanılan bir terim. Ürün kalemi açısında fiyat seviyesi korunmuş olsa da aynı paraya alınan mal azaldığı için aslında daha pahalı hale gelmiş oluyor. Skimpflasyon ise ürünün bünyesine giren hammadde ve yardımcı malzemelerim hem kalitesini düşürmek hem de miktarını azaltmak suretiyle maliyeti düşürmek suretiyle fiyatı sabit tutabilmeyi amaçlıyor. Şrinkflasyon genellikle paketli gıdalarda işe yarıyor örneğin 250 gram paketli bir ürün fiyatını sabit tutarak gramajını 200 grama düşürüyorsunuz, tüketiciyi aldatıyorsunuz. Son günlerde çikolata paketlerindeki gramaj düşürülmesine dikkat edin. Skimpflasyonda ise durum biraz daha değişik. Örneğin bir deterjan alıyorsunuz, fiyat aynı ama içindeki ağartıcı, temizleyici kimyasalın gramajı düşürülmüş, çamaşırların güzel kokmasını sağlayan esans oranı da düşürülmüş. Hani tatlılardaki şeker oranını, tuzlularda tuz oranını düşürseniz, sağlık için diyebilirsiniz de ötekisi resmen halkı kazıklamak olur.
Bir de nas vardı değil mi? Artık unutuldu, Türkiye faiz oranlarındaki en yüksek ülkeler arasında 4. sıraya oturmuş, şampiyonluğa doğru emin adımlarla ilerliyoruz. Eğer nas inadından zamanında vaz geçilmiş olsaydı bugün belki de % 20’ler seviyesinde döviz artışı stabilize edilmiş olurdu. Peki! Acaba bu adını söylemekte zorlandığımız ….flasyonlar için Nas ne diyor? Yani vatandaşı kazıklamak caiz midir, değil midir? Allah bu enflasyonun her türünden, her kazığından, her yanıltmasından, aldatmasından bu fukara halkı korusun.
Kalın sağlıcakla…