Dün Ankara’da hava güzel mi güzeldi. Hafif soğuk vardı ama üşütmüyordu. Hatta pırıl, pırıl parlayan güneşin dokunduğu yerler adeta bahar havası gibiydi. Arabayı kaldırım kenarına park ettim, bekliyorum. Ankara Üniversitesi radyosu, geçmişten kalan nostaljik parçalar çalıyor, dalmış gitmişim. Bir ara başımı yana çevirdim, kaldırım üzerinde saksağanlar yerden kırıntıları gagalıyor, öğle yemeklerini çıkarıyorlardı. Hele bir tanesi var ki, koyu yeşil kuyrukları güneşin ışığı vurdukça tavus kuşu gibi parıl, parıl parlıyordu. Gövdesine doğru, önce nefti sonra kömür karasına dönüşüyordu renkleri. Gövdeyi saran beyazlarla öyle bir ahenk oluşturmuştu ki, insan yaradanın mucizelerine bir kere daha hayran kalıyor. Cenabı Allah’ın özel yetenekler bahşettiği bir sanatkar bile bu renk uyumunu resmetmekte yetersiz kalabilir.
Saksağandan söz edince “dam üstünde saksağan vur beline kazmayı” deyişi aklıma geliverdi. Sohbetin konuyla hiç ilgisi olmayan bir yerinde kel alaka bir söz sarf edip lafa girildiğinde söylenir. Sahi! Bu güzelim yaratığa neden acaba böyle bir anlam yüklenilmiş? Doğrusu merak ettim. Bilen varsa sevabına bana da bildirirse sevinirim. Bu gün ben de saksağandan esinlenip birbirinden alakasız konulara değineceğim. Önce Fazıl Say’dan söz edelim.
Fazıl Say bu ülkenin yetiştirdiği harika çocuklardan biridir. İdil Biret, Suna Kan gibi yeni harika çocuklar yetişmiyor denildiği bir dönemde birden parlayıverdi. Şimdilerde daha sekiz yaşındayken, TRT’nin çocuk programından kayda alınmış piyanoda seslendirdiği kendi bestesi sosyal medyada dolaşıyor. O Türkiye’nin haklı gururudur, Japonya’dan, A.B.D’ye dünyanın her yerinde ayakta alkışlanan biridir. Sanatçı kişiliği, Türk milletini tüm dünyada başarıyla temsil etmesi, gurur vesilesi olması bana göre her türlü, siyasal ve sosyal görüşlerinin hatta dini inançlarının önünde gelir. Gerisi kişisel tercihidir ve ne beni ne de toplumu ilgilendirir.
Sayın Cumhurbaşkanı Fazıl Say’a annesinin vefatı nedeniyle taziyelerini iletir. O da teşekkür ederek konserine davet eder ve Cumhurbaşkanı da icabet eder. Buraya kadar her şey insanidir. Sayın Cumhurbaşkanı AKP Genel Başkanı gibi değil, Türkiye’nin Cumhurbaşkanı gibi davranmıştır ve doğrusu da budur. Keşke daha öncesinde de böyle olabilseydi. Adını taşıyan senfoni orkestrasındaki Fazıl Say konseri attığı bir twit yüzünden iptal edilmeseydi. O twite katılmayabilirsiniz, ben de katılmamıştım zaten ama keşke o twit değil Fazıl Say’ın dünya yıldızı olduğu gerçeği dikkate alınsaydı. Kim bilir? Belki o iptal de kraldan fazla kralcı olanların işgüzarlığıdır. Sayın Cumhurbaşkanı Fazıl Say’la samimi pozlar vermiş, övgü dolu sözler söylemiştir. Fazıl Say da olması gerektiği gibi saygıda kusur etmemiştir. Sosyal medyada yazan kendini bilmezler neredeyse bu davranışından ötürü Say’ı neredeyse hain, satılmış ilan edecekler. Karşı taraf ise dün aleni küfrettikleri, vatan haini, dinsiz ilan ettikleri Fazıl Say’ı bugün göklere çıkarıyorlar. Fazıl Say gene aynı Fazıl Say’dır kimsenin şüphesi olmasın, gösterdiği insani davranışlar ve saygı onu küçültmez yüceltir.
Saksağan misali bir başka konu da Yılmaz Özdil’in 2500 TL’lik Atatürk kitabı. Bu resmen Atatürk tacirliğidir. Zaten bu millet ne çektiyse din tüccarlarıyla Atatürk tüccarlarından çekmedi mi? Ne Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün ne de yüce dinimiz İslam’ın pazarlanmaya ihtiyacı yoktur. Onları iyi anlamak, okumak, düşünmek, muhakeme etmek, doğru yolu bulmak için yeter de artar bile. Efendim çok iyi malzeme kullanılmış, elde ciltlenmiş, koleksiyon ürünüymüş, bir sürü zırva. İpek kağıda mı bastın? Altın varaklı cilt bezi mi kullandın? 250 TL desen anlarım da 2500 TL de nedir? Demirci’deki Atıf Akın Kütüphanesindeki eserlerin çoğu elde ciltlenmiştir. Kimse merak etmesin, taşra şehirlerinde, büyükşehirlerde pasaj içlerinde hala bu sanatı icra eden mücellitlerimiz vardır. 25-30 TL’ye dikişli, birinci sınıf cilt beziyle hala yıpranmış kitaplarınızı elde ciltlemeye devam ediyorlar. Siz kimi kandırıyorsunuz? Osmanlıyı, tarihimizi TV dizilerinden, Atatürk’ü de Yılmaz Özdil’in kitabından öğreneceksek vay benim milletime. Evet! Üslup güzel, anlatım güzel, hikaye tadında ve çekici, okunması gerekir ama o bir tarih değil. Lord Kinros’u, Vamık Volkan’ı, Falih Rıfkı’yı, Şevket Süreyya’yı, Hasan İzzettin Dinamo’yu, Celal Bayar’ın “Ben de Yazdım” adlı eserini, Cemal Kutay’ın bizzat tanıklarının ağzından kaleme aldığı Atatürk serisi cep kitaplarını okumadıysanız bu kitabı da okumayın, çünkü o zaman güzel ve heyecan verici hikayeler okumuş olursunuz ama Atatürk’ü anlamazsınız.
Daha anlatacak çok konum var ama yerim daraldı son bir konuya değinip sonlandıracağım yazıyı. CHP İzmir ve İYİ Parti Manisa büyükşehir adaylarını hala belirlemedi. Neyi bekliyorsunuz? Atı alan Üsküdar’ı geçecek farkında değilsiniz. İzmir’de de Manisa’da da aslan gibi genç adaylar var, mazisi temiz, şevk ve heyecanı yerinde, tuttuğunu koparabilecek cinsten. İkisi de mutedil, kucaklayıcı, dürüst, çalışkan. Birisi ilçesinde gösterdiği başarıyla beldesini dünya markası haline getirdi şimdi Büyükşehire yakışır. Diğerinin demokratlığı, siyaset ve memleket sevgisi genlerinden geliyor, mütevazı, çalışkan, azimli ve kararlı. Manisa’da ilçelerin paylaşımında da hatalar gördüm. İnşallah pahalıya patlamaz ama hatalar bir şekilde düzeltilir. Siz bakmayın Demokrat Parti’de yönetici boşluğu olduğuna, % 0.’larla ifade edilen oylarına. Taban yerli yerinde duruyor, çoban ateşi yanıyor, o hata yapılan ilçelerde seçimi alıp götürmeye muktedirdir evvel Allah.
Saksağan misali daldan dala atladım ama bir nebze olsun gündeme dokunmak istedim. Her şey gönlünüzce olsun. Sağlıkla mutlulukla kalın.