Kifayetsiz muhteris sözünü birçok yazar, çizer, politikacı ve kendini siyasetçi sananlar, kendini beğenmişler, STK liderleri kullanır durur. Hatta birçoğu da bunu rakiplerini aşağılamak, incitmek, yaralamak, küçük düşürmek ve zarar vermek amacıyla söyler. Emin olun çoğu da bu sözün ne anlama geldiğini bilmez. Bilmediği için de bazen olmadık yerde kullanır, kendileri küçük düşerler. Bilmezler ki asıl kifayetsiz muhterisler kendileridirler ve bunu gizlemek için etrafa yılan dilleriyle saldırırlar, yalan söylerler, iftira ederler, kendi hatalarını, kusurlarını başkalarına yüklemeye çabalarlar.
Gelin önce bu sözün ne anlama geldiğine bakalım. Kifayetsiz sözcüğünün tam karşılığı yetersiz sözcüğüdür. Eskilerin sıkça kullandığı yeter sözcüğünün karşılığı kafi sözcüğü ile kifayet sözcüğü aynı kökten türemiştir. Dernekçilik, particilik yapanlar bilir genel kurullarda bir konu üzerinde tartışma açıldığında laf uzayıp giderse, divan başkanı resen ya da delegelerin teklifiyle “kifayeti müzakere” önergesini oylatır. Yani müzakerelerin yeterli görülmesi ve sonlandırılması demektir. Muhteris ise hırsı, ihtirası yüksek olan hatta aklının önünde olan kişiler için söylenir. Yani kısacası bu söz yetersiz olup da boyundan büyük işlere kalkışan ve de aklı hırsının gerisinde kalan kimseler için söylenir. Bir bakıma kifayetsiz muhteris kişiler bir işi yapabilmek, o işe kabul edilebilmek, bir makama getirilmek, eğer hasbelkader bir makam sahibi olmuşsa, o makamı koruyabilmek, daha yükseğe çıkabilmek adına aynaya bile bakmadan her türlü tavizi verir, kişiliğinden, itibarından bile vaz geçer.
Aynaya bakmaktan söz edince hemen bir anekdotla hafızaları tazeleyelim. Rahmetli Demirel Cumhurbaşkanı seçildi “arkama dönüp bakmam” dedi. Yani ardında bir halef, veliaht, vekil bırakmadı. Kaldık mı ortada? Çiller, Dalan ve daha birçoklarının adı DYP Genel Başkanlığı için geçiyor. Cindoruk yüz küsur mebusun ortak teklifini reddetmiş, rahmetli Sezgin ve Toptan da havayı kokluyor. Rahmetli Ersin Faralyalı da başarılı bir Enerji Bakanı. Bir arkadaşımla kalktık yanına gittik. Ortada dolaşan adayların hiçbirinin içimize sinmediğini, hamurlarının mayasının kendimizden olmadığını söyledik ve onun adaylığını arzu ettiğimizi beyan ettik. Güldü… Adı geçenlerin hepsinden iyi yapabileceğini ancak kendini böyle bir görev için yeterli görmediğini söyleyerek bize bir anısını anlattı.
Merhum Faralyalı TOBB başkanı olup da her gün televizyonlarda boy göstermeye başlayınca Robert Kolejden Amerikalı bir hocası onu görmüş, hemen tanımış ve ziyaretine gelmiş. Tabi Ersin Bey onu kapıda karşılamış, elini öpmüş, ilgi ve itibar göstermiş. Hocası ayrılırken Ersin Beye bir de nasihatte bulunmuş. Her gün evden çıkarken aynaya bakmasını, aynadaki Ersin’in neyi yapabilip, neyi yapamayacağını tartmasını ve ona göre davranmasını öğütlemiş. Sonra dönmüş, makamdaki aynaların dev aynası olduğunu, orada gerçek Ersin’i göremeyeceğini eklemeyi de ihmal etmemiş. Rahmetli Ersin Bey bu anekdotu anlatırken gözleri doldu ve “çocuklar ben bu öğüdü dinlerim, her gün aynaya bakmadan evden çıkmam ve görürüm ki; Ersin TOBB başkanı oldu, Genel Başkan Yardımcısı oldu, bakan oldu ama başbakanlık için henüz yeterli değil.” Dedi. Bu düsturu şahsen ben de kendim için ilke edindim. Bulunduğum makamların hepsinin hakkını verdim, başardım ama had bilmesini de hep bildim. Keşke herkes, her makama talip olanlar, ülke yönetimine talip olanlar da bunu bilseler.