Geçen haftaki yazımda 23 Haziran seçimlerinin sonuçlarını değerlendirmiş, sayın İmamoğlu’nun farkı bu denli artırmasının sebeplerini analiz etmiştik. Bir sonraki yazımda ise seçimin kaybedeni, kazananı kimdir, onu yazacağımı söylemiştim. Ancak geçen süre zarfında o kadar çok bu konu konuşuldu ki; yeniden yazmanın tekrardan başka işe yaramayacağını düşündüm. Aklın yolu birdir herkes kimin kazandığını, kimin kaybettiğini biliyor. Kısaca demokrasi kazandı diyerek sonrasında neler bekleniyor onları konuşalım.
Hafta boyunca 23 haziran seçimleri konuşuldu, herkes kendince bir şeyler anlatmaya çalıştı. TV’lerde bir de 89 sendromu denilen bir tez ortaya atıldı. Nedir 89 sendromu? Anlatayım.
Yaşı 50, 55’in üstünde olanlar hatırlayacaklardır. 12 Eylül rejiminin Milliyetçi Demokrasi Partisi (MDP) ve Halkçı Parti (HP) dayatmasına başkaldıran seçmenler, 1983 seçiminde, DYP ve SODEP’in de seçimlere sokulmaması üzerine merhum Özal’ın ANAP’ına yönelmiş ve onu tek başına iktidara getirmişti. Rahmetli Özal bu hızla reformlara başlamış bu arada Anakent (Büyükşehir) ve metropol ilçeler olmak üzere yerel yönetimlerde de değişime gitmiş ve büyük belediyelerin büyük çoğunluğunu ele geçirmişti. Başlangıçta güzel işler yaptı. Belediye gelirlerini artırdı, merkezi hükümete muhtaç olmaktan kurtardı, yerel yönetimlere nefes aldırdı. Ancak hem parlamentoda hem de yerel yönetimlerde iktidar olmak ANAP’a yaramadı. Özellikle yerel yönetimlerde ayyuka çıkan yolsuzluk söylentileri halkı ANAP’tan soğuttu.
Bu arada darbeciler tarafından 1983 seçimlerine sokulmayan DYP ve SODEP yurt sathına yayıldılar ve parlamento dışı muhalefet güçlendikçe güçlendi. Yasaklı olmasına rağmen merhum Süleyman Demirel parti başkanı gibi çalışıyor milleti ayağa kaldırıyordu. 1986 ara seçimlerinde DYP 4 milletvekili kazanarak parlamentoya girdi. Ardından MDP, HP ve ANAP’tan katılan milletvekilleri ile mecliste gurup kurdu. Arkasından milletin baskısına dayanamayan Özal 80 öncesi liderler ve parti üst yönetimine getirilen yasağın kaldırılması için referanduma gitti. Referandum kıl payı geçti ve yasaklar kalktı. Özal, ani bir manevra ile Demirel, Ecevit, Erbakan ve Türkeş’in partilerini toparlamaya fırsat bırakmadan baskın seçime gitti. ANAP gene az farkla da olsa kazandı ama artık karşısında tabansız darbecilerin kukla partileri değil gerçek siyasal hareketler ve hakiki liderler vardı. DYP güçlü bir muhalefet gurubu oluşturdu SODEP ise HP’den geri kalanlarla birleşerek SHP ismini aldı.
Demirel o bilinen üslubuyla Özal’ın tozunu attırıyor meydanları ayağa kaldırıyordu. SHP genel başkanı Erdal İnönü ise sempatik kişiliği, farklı yaklaşımı ve zekice esprileriyle değişik bir lider portresi çiziyordu. 89 yerel seçimleri geldi çattı. Seçimler yapıldı, ANAP elindeki büyük belediyelerin neredeyse tamamını kaybetti. Büyükşehirlerin birçoğu SHP’ye geçerken başta Manisa olmak üzere DYP AP’den kalan kalelerinin tamamını geri aldı. İl genel meclisi sonuçlarına göre ise ANAP %21.75 oy oranıyla azınlıkta kaldı. Demirel Özal’ı sıkıştırdıkça sıkıştırıyor millet desteğini kaybettiğinden bahisle 21.75 ile seni orada oturtmam diyordu. Nitekim Özal çareyi meclisteki çoğunluğuna güvenerek köşke kaçmakta buldu. Yerel seçimden yedi ay sonra Özal Cumhurbaşkanı seçildi ve Çankaya’ya çıktı.
Siyasal gözlemciler, ANAP’ın yerel seçimlerdeki hezimetini yerel yönetimlerdeki yolsuzluk söylentileri, hükümetin keyfi uygulamaları, adam kayırma, yandaşlara ballı ihaleler, çiftçilerin emeğinin karşılığını alamamaları, orta direk diyerek baş tacı ettikleri esnaf kesiminin giderek fakirleşmesinin halkı bezdirdiğini söylerler. Buna mukabil iktidarın halkın ıstırabını görmeyerek keyif içinde olması, has bahçe sefaları, papatyaların ayyuka çıkan iş takipleri, Özal’ın kızı ve damadının karıştığı yolsuzluk söylentileri halkı çileden çıkardı. Sonunda halk tepkisini sandıkta gösterdi.
Bugün de AKP’nin seçim kaybını 89 yerel seçimlerine benzetenler ve 89 sendromu yaşandı diyenler var. Bazıları da SHP (CHP)’nin yerel yönetimlerde başarısız olduğunu ve bir sonraki seçimde Milli Görüşün ayak seslerinin duyulduğunu ve tarihin tekerrür edeceğini ileri sürüyorlar.
Belli ki iyi analiz etmemişler, ya da yaşları yetmediğinden, o günleri bizim gibi bizzat olayların içinde yaşamadıkları için işkembeden atıyorlar.
Birincisi merhum Erdal İnönü, bugün Kılıçdaroğlu’nun kenara çekilip İmamoğlu’nu öne sürdüğü gibi kenara çekilmemiş kampanyayı bizzat yönetmişti. Nurettin Sözen’i kimse tanımıyordu bile. Arkasında çok güçlü profesyonel bir kampanya desteği vardı. Kampanyayı 7 yıl yatılı olarak birlikte okuduğumuz sınıf arkadaşım Osman Uslu’nun sahibi olduğu Yorum Ajans yönetmişti. Müellifi kardeşim Osman Uslu olan “limon gibi sıkacağız” imajı o dönem için muazzam bir PR başarısıydı. Bugün de İmamoğlu’nun arkasında fevkalade bir PR ekibi vardı. Onun teması ise şu an ülkenin en fazla ihtiyaç duyduğu sevgi, barış, kucaklaşma ve hoşgörüydü.
İkincisi ise, iki yıl sonra yapılan genel seçimlerde ANAP’ı deviren milli görüşçüler değil Demirel’in DYP’siydi. DYP cebren ve hile ile sokulmadığı 1983 seçimlerinden sonra katılabildiği ikinci seçimde iktidarı devralmasını bilmiştir. Mili görüşçüler ise aynı seçimde MHP ve yeniden milli mücadelecilerin partisi IDP ile ittifak yaparak güç bela barajı aşabilmişlerdir. Aynı ittifak bugün de devam etmektedir.
Görünen köy kılavuz istemez, AKP inişe geçmiştir. Kendi içinde bölünmeler başlamıştır. Ne gariptir ki; parti kuracaklarını ilan edenler bile kendi çöplüklerini eşeleyeceklerine hala gözleri demokratların tabanındadır. İsimlerden, fotoğraflardan bile medet umuyorlar. Geçenlerde AYM eski başkanı Haşim Kılıç’ın annesinin cenazesi nedeniyle Yozgat Yerköy’de bulunan Abdullah Gül, Ali Babacan, Cemil Çiçek ve daha başkalarının yanında Demokrat Camianın duayen ismi Nevzat Ercan da cenaze sonrası verilen yemekte görüntülenmişler. Bu fotoğraf hemen yeni parti kurucularının yandaşlarınca sosyal medyaya yansıtılmış. Güya bakın DP’nin önemli ismi de bizimle denilmek isteniyor ama kimseyi inandıramazlar. Oysa çok değil daha birkaç hafta önce Çoban Ateşi Ankara iftarında Nevzat Bakanımla görüşmüş demokrat camianın ayağa kaldırılmasıyla ilgili istişarelerde bulunmuştuk. Bugün de aynı çevrelerin torun Adnan Menderes’e ve torun Fatin Rüştü’ye (Yener) teklif götürdükleri iddiaları var. Oradan size ekmek çıkmaz, onlar da böyle bir harekete vitrin süsü, dolgu maddesi olmazlar. Fatin Rüştü yeğenim Esra Akın’ın yakın arkadaşıdır, benimde takibimdedir. Elbette ülke menfaati için gerektiğinde siyasetten kaçmaz ama ait olduğu yerde.
Yazın siyaset rafa kalkar, yalancı pehlivanları şimdilik izleyelim. Sonbaharda demokratlar ayağa kalkar, kimse merak etmesin oradan birlik çıkar, bütünlük çıkar. Ben de bir süre yazılarıma ara verip izninizle biraz tatil yapacağım. Yeni yazılarda buluşma dileğiyle, kalın sağlıcakla…