Hoppala bayram yaz geldi, bu da nereden çıktı şimdi diye soruyorsunuz değil mi? Eminim birçoğunuz sorunun cevabını düşünüyorsunuzdur ama sorunun cevabı ikisi de değil. Neden mi? Anlatayım.
12 Eylül darbe rejiminin hüküm sürdüğü yıllar, konseyin her söylediği söz kanun niteliğinde. Konseyin atadığı danışma meclisi var ama göstermelik. Hükümet desen o da göstermelik, rutin işlere bakıyor. Muhalefet yok, zaten olsa da yasak. Basın baskı altında istediği gibi yazamıyor. Aslında gençlere bile yabancı gelmeyen bir ortam varmış değil mi?
Tek bir muhalefet odağı var o da Güniz sokak 31 numara, merhum Süleyman Demirel’in evi. Girenin çıkanın fişlendiği, dost görünümlü sivil istihbaratçıların fink attığı, saat 17.00 ye kadar herkesin kabul edildiği bir hacet kapısı adeta. Konuşulanlar dalga, dalga yurda yayılıyor, vatandaşa umut aşılıyor. Gazeteler yazamıyor, TV desen tek kanal devletin. Sadece Yeni Asya, Cumhuriyet ve kısmen de Tercüman Demirel’in sözlerine yer veriyordu. Sık sık da sansüre uğruyorlar, Yeni Asya çoğu kez kapatılıyordu. İşte tam da o günlerdeydi YÖK kanunu çıkmış, üniversite özerkliği diye bir şey kalmamıştı. Bir gurup profesör topluca hacet kapısına dayanmışlar, Demirel’den kendilerine tercüman olmalarını diliyorlardı. Ben de olayın tanıklarından biriydim. Demirel onları dikkatle dinledi, notlar aldı sonra bir fıkrayla yanıt verdi, aynen aktarıyorum:
Deveye sormuşlar “yolun inişini mi seversin, yokuşunu mu?” Deve düşünmüş, inişi seçse sırtındaki bütün yük öne yüklenecek boynunu yaralayacak ayrıca zayıf ön ayakları üstüne de aşırı bir yük binecek. Yokuşu seçse yük arkaya eğilecek, sırtındaki yaralar azacak, yükün ağırlığını daha fazla hissedecek. Düşünmüş, taşınmış ve bir soruyla cevap vermiş: “Bunun düzü yok mu?”
Demirel fıkrayı anlattıktan sonra hocalara baktı, çoğu ne demek istediğini anlamamıştı bile ama ayıp olmasın diye gülüyorlardı. Sonra devamla, darbe öncesi birçoğunun rektör, dekan, bölüm başkanı gibi önemli mevkilerde bulunduğunu hatırlatarak, “sizler o zaman yolun yokuşunu seçtiniz, üniversiteler kan gölüne dönmüşken, üniversite özerkliğinin arkasına saklanarak kolluk kuvvetlerini okullara sokturmadınız, darbeciler ise buna tepki olarak inişi seçti özerkliği toptan kaldırdı, halbuki bunun düz yolu, orta yolu da olmalıydı” diye bağladı sözünü. Devamla darbenin sadece üniversitelerin değil, başta siyaset kurumu, parlamento olmak üzere bütün ülkenin, toplumun, basının, üzerine balyoz gibi indiğini çarenin demokraside olduğunu, demokratik nizama geçildiğinde bu meselelerin de düzenine gireceğini anlattı. Yeniden iktidara geldiğinde sözünü tuttu da. Ya bugün? Bugün ne yolun inişi ne de yokuşu var, deve tepetaklak uçurumdan aşağı düştü.
Bunu anlattıktan sonra sözü tekrar Boğaziçi rektörüne getireceğimi sanıyorsanız yanlış. Onu birkaç hafta önce yazdım dileyen arşivden bulur okur. Bunu yazmamdaki sebep tam da bugünkü, siyasi, sosyal, ekonomik ortam. Ne milletin kendisi ne yönetenler ve yönetmeye aday olanlar ne de ekonomi dünyası bir türlü düz yolu bulamıyor.
Geçtiğimiz günlerde İstanbul Milletvekili Sayın İlhan Kesici bir televizyon programında faiz, kur politikalarını eleştiriyordu. Programı yöneten kişi sözü Sayın Kesicinin geçmişteki bir bütçe konuşmasına getirerek dün de yüksek faiz, düşük kur politikasını eleştiriyordunuz diye sordu. Sayın Kesici onun cevabını elbette verdi ama benim de tam o sırada Demirel’in fıkrası aklıma geldi. Elbette faiz ve kur politikaları günün şartlarına göre, rezervin durumuna, konjonktürün gereğine göre belirlenir keyfe göre değil. O yüzden dün yokuşken eleştiriliyorsa, bugün de iniş olduğu için eleştirilmesi de son derece yerindedir. Önemli olan doğru yolu, düz yolu bulmaktır.
Gelelim günlük siyasi hareketliliğe, liderlerin beyan ve icraatlarına. Bu gergin siyasi ortamda biri yolun inişini önerirken diğer taraf da yokuşunu gösteriyor. Orta yolu bulalım diyen yok. Muhalefetin görevi elbette iktidarın yanlışlarını söylemektir ama bu yanlışları söylerken alternatif çözümü de ortaya koymak gerekir. Yoksa inandırıcılığınız olmaz. Sadece kötülemek, açık yakalamak yüksek sesle bunları dillendirip kavga üslubu ile konuşmak hiçbir işe yaramaz. Akıl, izan, hoşgörü sahibi olmak ve yol gösterici olmak gerekir.
Birçok arkadaşımız nedense CEHAPE deyince tüyleri diken, diken olur. İktidar da durup durup oradan vuruyor. Beyanlar yanlış da olsa vatandaş inanıyor. Neden? Çünkü sicili çok da temiz değil, 50 öncesi tek parti dönemi, 60 darbesi ve sonrası, “toprak işleyenin su kullananın”, “halklara özgürlük” denilen günler, yağ, sigara, tüp gaz, akaryakıt kuyrukları, Güneş Motel Hükümeti vatandaşın beynine kazınmış. Bugünkü CHP çok farklı da olsa, CHP’li belediyeler bütün engellemelere rağmen çok güzel işler çıkarsalar da vatandaş bunları görmek yerine CEHAPE zihniyeti sözlerine inanıyor. Eh! CHP yöneticileri ve bazı TV yorumcuları ile köşe yazarları da iktidarın ekmeği üzerine bolca da yağ sürüyorlar. Vatandaş ne yapsın? Halbuki iktidar cephesinde de darbeci 14’lerin inşa ettiği ideoloji üzerine kurulan MHP ile darbeci MDD ideolojisi üzerine inşa edilmiş dünün Maocuları Perinçekgiller var.
Demem odur ki tencere dibin kara seninki benden kara. Yolun inişini mi, yoksa yokuşunu mu seversiniz demem ondandır. Haaa! Yolun düzü yok mu? Diye sormak aklınıza geliyorsa, çözüm bellidir. Merkez sağ siyaset çizgisi size yolun düzünü de doğrusunu da gösterecektir. Ancak elbette merkez sağda siyaset yapanlar da demokrasi için, kalkınma, için refah için, evlatlarımızın, torunlarımızın geleceği için eteklerindeki taşları atıp bir ve beraber olmanın yolunu bulmalıdırlar.
Biz doğru yolda, düz yolda yürümeye alışkınız. Bizi izlemeye devam ediniz. Kalın sağlıcakla.