Tanıdık, tanımadık öyle çok insan girdi ki bu aralar hayatımıza; hepsinde bir hizmet aşkı, bir memleket sevdası…
Sanırsınız yıllar yılı içlerinde büyüttükleri ve her nedense sırf bu aralar o derin hislerine gem vuramadıkları bir duygu patlaması, o patlamayla etrafında olan her şeyi etkisi altına alan bir dışa vurum yaşıyorlar.
Gerçek hayatta karşılığı olmayan bir sürü söz havada uçuşurken, fazla olduğu yüz hatlarımızdan bile belli olan gülümsemelerle örtmeye çalıştığımız ve geçiştirmeye çalıştığımız şu başa gelenleri, mevsim yaz olunca atlatacağız neyse ki.
Hadi diyelim ki seçme ve seçilme hakkımızı eziyete dönüştüren bunca kahır hepimize reva…
Ama yıl olmuş 2015; peki, çok partili döneme geçtiğimiz 1945 yılının metotlarıyla seçime hazırlanmak neyin nesi?
Tükenmez kaleme isim yazdırmazsa eğer bir aday, oyundan mı atılıyor mesela?
Mesela, parti bayraklarının, flamaların sayısal çoğunluğu seçim kazanmaya yetiyor mu?
Eli kulağındadır, müzikli arabalar da gezmeye başlar bugün yarın; hem de en olmaz vakitlerde, en olmaz yerindeyken günün.
***
Mevsim yaz olunca bir deniz kenarına gider ve martıların sesinde, suyun dalgasında unuturuz tüm bu görüntü ve gürültü kirliliğini ama gözümüzün önünden bir daha hiç gitmeyecek, hiç unutamayacağımız o dalkavukları ne yapacağız?
Türk Dil Kurumu ‘Dalkavuk'un kelime anlamını şöyle tariflemiş: "Kendisine çıkar sağlayacak olanlara aşırı bir saygı ve hayranlık göstererek yaranmak isteyen kimse. Huluskâr, yağcı, yalaka, yağdanlık, yalpak, yaltak, yaltakçı, kemik yalayıcı, çanak yalayıcı…"
Ve yetmemiş eklemiş: "Saraylarda devlet büyüklerini nükteli sözlerle eğlendiren kimse"
Gördünüz mü siz de onları?
Her an, her yerdeler oysa…
Ankara'nın yoluna göz diken siyasimizin strateji ekibine yandan yandan dahil olup kendisine siyasimizin sağında veya solunda, hiç olmadı arkasında veya önünde yer açan; en çok bağıran, en çok koşturan, en hareketli, en işe yaramaz, en işe yarayanmış gibi davranan; kesinlikle senden bahsediyorum!
"Manisa seninle gurur duyuyor" diye bir slogan uydurup ‘hoop havaya, hoop havaya' atıp tutarken adayımızı; elmas işlemeli, yakut süslemeli olduğu rivayet edilen kavuktan "Acaba bir taş da ben kapar mıyım?" heyecanıyla her seferinde biraz daha yukarıya fırlatır… Başı göğe değen aday, kendini gökle bir görünce, sahiden orada sanıverir.
Ama ne zamana kadar?
Açılan sandık sayısına müteakiben umduğunu bulamayacağını anlayan Dalkavuk'un, hoop havaya attığı adayının yere inmesini bile beklemeden, ayakları dibine vura vura gözüne kestirdiği başka bir kavuğa koşmaya başladığı ana kadar.
Mabadının üstüne düşen aday, o an anlar işte dünyanın kaç bucak olduğunu!
İş işten geçmiştir artık! Bir kaldırım taşı bulup kendine, yalnız başına çiğdem çitlemekten başka şeyi kalmamıştır ne elinde ne de cebinde!
Bu arada Dalkavuk, nükteli sözleriyle artık başkalarını eğlendirmektedir…
Hoop havaya atıldığında düştüğü yerin kırmızı ceylan derisi olduğunu fark eden aday; artık aday değil, kavuğun da sahibidir.
Dalkavuklar gününü şenlendiredursun, o artık farkındadır olan bitenin…
Artık onun da hiç ihtiyacı kalmamıştır ya böylelerine, bir gün ola ki canı çekerse, Dalkavuk bekleyecektir nasıl olsa bıraktığı yerde…
***
Ben mi?
Uzanmışım kumsalda
Güneş damlar içime
Kurumuş dudaklarımda
Unutulmuş bir beste
Yaşıyorum aheste
Kapılmışım rüzgara
Savrulup gidiyorum
…
Bir elimde ayna var
Şair beni kıskanır
Yanmışım sereserpe; sahildeyim
Ooo...