Önceki yazıda devletlerin, şirketler ile girdiği iktidar mücadelesinden bahsetmiştik.
Peki, dünyayı kim yönetiyor?
Şirketler mi? Köklü ve güçlü aileler mi? Gruplar, tarikatlar mı?
Bence hepsi ve bu konuda yapılabilecek hiçbir şey yok.
Belki kolluk kuvveti olarak devletlerin ortaya koyacağı, (küresel şirketler gibi bazı figürlere) sert tutum kontrol edilebilir bir ortam yaratır. Fakat genel olarak böyle bir tutum gösteren herhangi bir devlet doğrudan dünya kamuoyunda diktatörlük damgası yer.
Durum böyle olunca da özel mülkiyet anlayışı doğmadan hemen önce mutlu mesut bir şekilde günde belki 3-4 saat mamut kovalayan insanoğlunun yerini, bugün kapalı alanlarda çoğu zaman fiziksel olarak yorulmadan ancak zihinsel olarak çöküntü halini alan benlikleriyle çalışan insanlık aldı.
Yani aslında kimsenin mamut kovalamayı isteyeceğini sanmıyorum elbette ancak yine de bazen işçi karıncalar olarak hizmet etmeye çalışıyoruz gibi hissediyorum.
Küçük işçi karıncaların çalışarak kazandığı paranın başka birilerini daha da zengin ettiği kısma dokunmuyorum bile.
Kendi işinin sahibi olanlardan da bahsediyorum aslında işçi karınca olarak. Ne de olsa küresel şirketlerin ağından o kadar kolay kurtulamazsınız.
*
Bazı şeyleri sorgulamak bazı toplumlarda bazı bazı ayıplanır.
Mesela bazı toplumlarda küçükler, kendilerinden büyük insanları sorgulayamaz. Ayıptır çünkü. Büyük olan daha fazla yaşamıştır dolayısıyla daha fazla biliyordur.
Bu tarz toplumlarda genelde düşünceler sabit, sorgulama mekanizmaları donuktur.
Çünkü o büyükler de kendi zamanlarında aynı uyarıyı kendi büyüklerinden almıştır.
Bazı şeyler sorulmaz.
Neden sorulmaz?
Kimse cevabını bilmediği bir soruyu yanıtlamak istemez de ondan.
Mutsuz insanlar karamsar olur. Karamsarlık umutsuzluğu getirir. Umutsuzluk ise kin ve öfke…
Yok olmamak için duyduğumuz kaygı, aslında bize modern hayatın getirdiği bir hastalık. Eski toplumlardaki yiyecek bulma kaygısı artık daha kompleks bir hal aldı.
İş, sınav, evlilik, çocuk, borç…