“Eski bayramlar, bizim zamanımızda, nerde o eski ramazanlar” diye başlamak istemiyorum…
Öyle başlamak istemediğimi belirterek, yine öyle başlamış oluyorum.
Her bayramın, her ramazanın, çocukluğumuzun her köşesinin, her birimiz için ayrı bir hikayesi, ayrı bir hatırası, belleklerimizde yer eden ayrı bir imgesi vardır mutlaka.
Çocukluklarımız, çevremiz, eşmiz dostumuz birbirine benzemeyebilir elbette. Biz “68 kuşağı” olarak bilinen kuşaktan geldik, oradan yetiştik.
68 kuşağının nasıl bir kuşak olduğunu, idollerinin neler olduğunu, nasıl bir yaşam tarzını kendilerine rol model aldıklarını bu kısacık yazıda anlatmak mümkün değil. Ama zaten 68’i şimdiki Y kuşağına, Z kuşağına hakkıyla aktarabilmek herhalde dünyanın en zor işidir. Yaşamak, içinde yoğrulmak lazım.
Yaş olarak bize daha yakın olanlar, ne demek istediğimi anlamışlardır.
70’lerden, 80’lerden sonra, hele televizyonlar, kitle iletişim araçları, akıllı telefonlar, dijital araçlar hayatımıza girdikten sonra, nasıl savrulduğumuzu, hayatlarımızın nasıl altüst olduğunu yaşayarak görüyorsunuz.
Dijitalleşmenin kültürünü, altyapısını, düşünüş biçimlerini sindirmeden, kendimizi o dünyanın içine cumburlop düşmüş bulduk. Şimdi de debeleniyoruz.
Kendimizi bu değişime hazırlayarak, uydurarak geçebilseydik; hızlı değişimi iyiliklere güzelliklere dönüştürebilseydik; şimdi yakınıp şikayetçi olduğumuz durumlar çıkmazdı karşımıza.
Siz bu satırları okurken, herkesin ve neredeyse tüm dünyanın merakla beklediği 14 Mayıs seçimlerine 20 gün kalmış olacak.
20 gün sonra ak saç-kara saç önümüze dökülecek. Yeni parlamento ve yeni cumhurbaşkanı netleşecek.
Hangi yönde düşünürsek düşünelim, oyumuz nereye olursa olsun; istediğimiz, beklediğimiz, umduğumuz sonuçları alamayabiliriz.
Kaderin üstüneki kader, esas karar verici mutlak hükmünü verecektir. O ne derse o olur.
Mevlam neylerse güzel eyler.
Bakalım neyler.