Hayatta bazı kokular ve semboller var hayatın içinde o kokuyu duyduğun an yaşadıklarını hatırlarsın. Sakinleşir huzur dolarsın. Yasemin de benim için öyle bir koku. Çocukluğumun yasemin kokulu zamanlarını hatırlatıyor.
Ve o sembolleri gördüğün an yüzünde buruk bir gülümsemeyle gözlerin dolu dolu bakarsın. Eline alsan eski yıllara dönsen diye düşünürken; 'Anne!'' diye bir sesle şimdiki zamana dönersin. Anne baba olmak büyük sorumluluk. Ve yanımızda olan, elimizde olan kıymetini bilemediğimiz sevdiklerimiz gibi hayattan kopan anneler, babalar geride hoş anılar, yasemin kokulu yazlar, narlar bırakarak giderler sonsuzluğa Hayatta aslolan belki de, bir kokuyla bile hatırlanmak hoş bir seda bırakmak Hayata karşı dik duruşlu, omurgalı evlatlar bırakabilmek. Yasemin kokulu yazlarımı yaşıyorum bugünlerde. Anları hatırlayıp geleceğe yazmak için. Eskilerden ders alıp, yenilenmek, yeniden yazmak için.
Ve yıllar sonra aynı yerde ben, her şey aynı. Gün batımı, bu deniz, bu bahçe, bu ev, bu koku Dün ektiğiniz fidanlar bugün ağaç olmuş sadece Değişen tek şey eşyalar. Her şey aynı yerli yerinde ama siz yoksunuz Elimde sizden kalan anılar var ama sizsiz Ne çok şey öğrenmişim sizden ve ne kadar az zamanda ne çok şey yaşamış, paylaşmışız.
Ben farkına varamadan Hayat gibi, ders gibi Birleştirince;
'Hayattan Alınacak Dersler'' gibi Siz kızardınız bazen ya, şimdi o kızdıklarınıza ben kızıyorum mesela. Yaşlanıp olgunlaştıkça ne çok benziyorum size Çocukluğumun 'Yasemin Kokulu Yazlarındayım'' bugünlerde Rahmetli babam; nar ağacını bahçemize ekerken, 'Narı şimdi ekiyoruz yıllar sonra hem meyvesini yiyeceksiniz hem de görüntüsü size zevk verecek''. 'Nar berekettir. Bir ekersin, bin alırsın. Evin bereketi de kadının elindedir. Biri bin yapar isterse bunu unutma kızım'' demişti.
Yasemin'i ekerken; 'Yasemin kokusu huzurdur kızım ve huzurda, mutlulukta insanın kendi elindedir. Küçük şeylerle mutlu olmaya bak. Hayat olayları büyütecek kadar uzun değil'' demişti.
Olgunlaşmak bu galiba yaşlandıkça hak vermek anaya babaya…
Ve yaseminin hikayesine göre, çok çok eskiden Hintli bir prenses, Güneş Tanrısı Surya-Deva’ya umutsuzca âşık olmuş. Köpüren bir deniz misali gün geçtikçe kabarıp dalgalanıyormuş sevdası. Sonra bir gün, bir kuş telaşında dillendirivermiş aşkını. Yaban bir tebessümle bakmış prensesin yüzüne ulu Güneş Tanrısı Surya-Deva. “Olmaz,” demiş. “Ben bal, sen sirke… Ne yapsak gene de denk olamayız birbirimize.”
Aşkından deli divane, harap olan prenses oracıkta kıyıvermiş canına. Narin bedeni yakılarak, külleri yeryüzünün bambaşka diyarlarına doğru savrulmuş. Küllerinin dokunduğu her toprak parçasından bir tutam yasemin çiçeğifilizlenmiş. Prensesin küllerinden döllenen tüm yasemin çiçekleri, gündüz açmayı reddederek sadece gece boyunca, ta ki şafak sökene dek koku verir, sonra da hüzünle sönerlermiş. Ne ki, bir zaman sonra Hintler bu çiçeğe “İlahi Umut” adını vermişler. Aşk kadar azametli ve umut kadar lahut olduğu için…
Seneler evvel, aklımda bu hikâye, ünlü İtalyan besteci Puccini’nin operası Turandot’u izlerken, “Yasemin Çiçekleri” (Mo Li Hua) adlı Çin halk şarkısına denk gelmiştim. “Yasemin, unutulmaz aşkların gerçeğidir,” der Puccini. Ve yıllar sonra her yasemin zamanı Puccini dinlerken babamın ektiği yaseminler kokar mis gibi.
Geçen yazlarda söylenmemiş ne çok şey kalıyor devretmiyor yenilere işte bu yüzden huzur veren sevdiğiniz her kokuyu saklayın ruhunuzda.
İşte bu yüzden her Eylül Yasemin kokar bana…
***
Hoşgeldin Sonbaharın ilk ve en güzel tadı Eylül.
Bana hüzün ve sevinci bir arada yaşatan Eylül.
Eylül kadınıyım ben, çok seviyorum Eylül’ü.
İnsanın içini ferahlatan esintilerini. Denizin durgunluğunu, sessiz, ılık havasını. Yaprakların sararıp solmasını seyretmek yaşamın devamını hatırlatıyor bana…
Baharda yeni yapraklar filizlenecek çünkü, yeni hayatlar yeşerecek…
Yeni ay, yeni hafta güzellikler getirsin. Sevgiyle kalınız…