Ak saçlı bir ninenin ağzından: Yavrularım , siz bilmezsiniz, bir zamanlar “ köyümüze düşman geliyor! “ dediler. Biz pılıyı pırtıyı toplayıp göçebeler gibi yola düştük. Sinan paşa ovasında bir köye yerleştik.

Günler geçti. Bir gün düşman ansızın köye geldi. Artık gidecek başka bir yer olmadığından, düşman içinde kalmıştık. Bir sabah uyandığımız zaman uzaklardan top sesi geliyordu. “kurtulduk, kurtulduk!” diye sevince düştük. Tam bu sırada köyün öte başında dumanlarla beraber göklere alevler yükseldi. Köy yanıyordu. Her taraftan bağrışmalar geliyordu. Kimimiz yarı çıplak, kimimiz yarı yanmış, bir halde köyün koruluğunda yerleştik. Artık düşman da köyü terk etmişti.

Biraz sonra atlılarımız, ellerinde al bayraklar olduğu halde, yel gibi yoldan geçtiler. Bağırdık, durmadılar. Hepimiz yollara dökülmüş ağlıyor, sızlıyorduk. Derken karşı yoldan bir toz bulutu yükseldi. Hepimiz gözlerimizi oraya diktik.

Biraz sonra bir otomobil göründü. Ve yavaşlayarak yanımızda durdu. İçinden altın gibi saçlı, kalpaklı bir adam fırladı. Durdu. Gözlerini perişan durumumuza döndürdü. Uzun uzun, derin derin baktı. Bu sırada biz yanındaki subaylara sokulduk. Onlarda onun gibi bakıyordu. Bir tanesini çekerek:

- Bu adan kimdir? diye sorduk. Hafifçe:

- Mustafa Kemal, dedi.

O zaman hepimiz coştuk. Bu adı her zaman duyuyorduk.

- Paşam, bizi kurtar, kurtar!.. diye bağırdık. Ayaklarına kapandık. O, hala dalgın dalgın, başı yerde düşünüyordu. Birden doğruldu. Sağ eli havadaydı:

- Sizi bu şekle sokanlar cezalarını gördüler ve daha da görecekler!.. Diyerek elini şimşek gibi aşağıya indirdi ve o anda gözlerinden iki damla yaş yuvarlandı

***

Atatürk, muhtelif vesilelerle maiyetinde çalışan kimselerin samimiyet ve sadakatlarını imtihan etmesini gayet iyi bilirdi. İnsanların halet-i ruhiyesini, niyet ve emellerini teşhis ve temyiz etmekte şelaleler saçan bir zekaya malikti.

O büyük insan, bir gece Çankaya köşkündeki bir ziyafette devrin vekillerinden maruf bir zata şöyle bir sual sorar:

- Beni hakikaten sever misiniz?

Muhatabı hemen cevabı yapıştırır:

- Sevmek ne kelime Ata'm, taparım!

- Peki her dediğimi de yapar mısınız?

- Derhal

Atatürk, bu söz üzerine belinden tabancasını çıkarır ona uzatır.

- Öyleyse, al tabancamı, sık kafana...

- “Aman Atam” der, herhalde benimle şaka ediyorsunuz.

Benim ölmemi istemezsiniz. Meseleyi anlayan Atatürk, yeleleri kabaran bir aslan mehabetiyle dışarıda hizmet eden askeri yanına çağırıp aynı sualleri sorup, cevabını aldıktan sonra, karşısında Toroslar'dan kopmuş bir kaya parçası gibi duran bu bağrı yanık Anadolu çocuğuna tabancasını uzatıp kafasına sıkmasını emreder. Aslan Mehmetçik, bu emri bilatereddüt yerine getirir, fakat kendisine bir şey olmaz.

Çünkü, Atatürk, daha önce tabancasındaki merminin kurşununu çıkarmıştır.

İşte o zaman, Atatürk yanındakilere şöyle der:

- Beni ve vatanı seven hakiki insanı gördünüz mü?

***

Sene 1938, 10 Kasım...

İstanbul Üniversitesi'nde saat 9'u 5 geçenin meşum haberi duyulmuş

Bir alman profesör var, Hukuk Fakültesi'inde, o da duymuş, şaşırmış. Derse girsin mi, girmesin mi, bir türlü karar veremiyor. O sırada aklına rektöre müracaat etmek gelir. Kalkar, yanına gider. Aralarında şu konuşma geçer:

''Efendim, mütereddidim. Acaba ne yapsam ? ''

''Sizde büyük bir adam ölümce ne yaparlarsa, onu yapın.'' İşte o zaman Alman profesör kollarını iki yana sarkıtarak:

''Bizde bu kadar büyük bir adam ölmedi ki....''der.

Sevgi saygı ve özlemle anıyoruz.

Yolun yolumuzdur ATAM. Işığın dünyamızı aydınlatmaya devam edecek. Ruhun şad mekanın cennet olsun.

Sevgi ile kalınız.