Biri ağzında biri boğazında derler ya hani, işte o hesap bazen insan kalbinden diline kadar söyleyemedikleri ile dolar. Söyleyememek yapar boğazını düğüm düğüm…
İnsan bazen söylemeyi tercih etmez. Üstüne titrediği kelimeler yerini bulsun ister. Yerini bulacağından endişeliyse, işte o zaman susmayı daha anlamlı bulur. En yakın derttaş olarak kendisini bulur.
‘İstediğini söyle, karşındakinin anladığı kadardır söylediklerin.’
Bu sebeple kişi, içindeki denizi karşısındakinin kabına dökmeyi ilk önce kendine haksızlık bulur.
Sait Faik Abasıyanık: ‘Yazmasaydım deli olacaktım.’ der. Yüreğindekileri yazıya dökme ihtiyacı duyar. Belki de tüm bu yazarlar, şairler eserlerini söyleyememe derdinden ya da söyleyeceklerini muhataba alacak birileri olmadığından kaleme almışlardır tüm bu satırları. İsterler ki onları o yapan düşünceler, hisler somutlaşsın, bu dünyada var olsun. Yoksa hiçbir kulağa değmeden silinip gidecekler bu diyardan.
Belki de bu diyardan giden ben olsam da aynı şeyleri düşündüğüm yada aynı duygu hali içinde olduğum biri, bir gün gelir bu satırları okur.Ve ben bu sonsuz evrende o kişiye yalnız olmadığını hissettirebilirim ümididir.
Lûgat, bir isim ver bana halimden;
Herkesin bildiği dilden bir isim!
Bu satırların sahibi olan Necip Fazıl, kendini tam anlamıyla ifade edememe kaygısındadır. Hatta bu durumu çile olarak tanımlar. Belki de çiledir insana, söyleyememek.
Sonra bu konuda garip bir çelişkiye düşüyorum. Diyorum ki: Susuyor olmak bu kadar ızdırap ise insana, o halde sözden ziyade sükutu altın yapan nedir? Bu çile midir altın olan?
Sonra diyor ki asıl yanım: Sükutu güzel yapan, düşüncelerin demlenmesidir. Demini almayan söz ne akılda kalır ne tesirini taşır.
Tam vaktinde doğru söz ile…. Hoşça kalın…