Duvara çentik atmadığım kaldı, takvime işaretliyorum duvarda asılı duran üç ayı gösteriyor. Mart Nisan Mayıs. 13 Mart Cuma o gün akşam üzeri eve geldim.

11 Mart’ta alarm verilmişti, herkes şaşkınlık halinde bakıyor ne yapacağını bilmiyordu. Çanlar kimin için çalıyor. Okumadım Ernest Hemingway’in bu romanını. Ancak konusunu biliyorum macera roman yazarı İspanya’nın iç savaşından kesitleri anlatırken savaşa anlam veremez. Biz de çanların virüsten dolayı çalındığına anlam veremiyorduk.

Alarmdan sonra ‘Evde Kal’, ‘Evde Hayat Var’ sloganları TV’lerin köşelerinde cep telefonların en üstündeydi bu sloganlar. Önceleri bizde C-19 hadisesi olmadığı için yurt dışındaki haberler yapılıyor durumun vahametinin büyüklüğünü anlatıyorlardı. Artık bizde de Sağlık Bakanı her akşam haberlerde yer almaya başlamış merakla izliyordum. 1-2-3-5-7 vaka test ölüm sayıları can sıkıcı olmaya başlamış dinlemiyordum.

Evimizin balkonundan baktığımda haberciler bu işi abartıyorlar büyütüyorlar mı diye düşünüyordum. Herkes sokakta biz evde gelinim mutfakta, programını seyrediyorduk. Kimin nerede teste tabi tutulduğunu bilmiyorduk. Eskiden beri her haberde olduğu gibi hep İstanbul gösteriliyordu. Zaten hep öyle yapılıyor. Türkiye’nin hava durumundan bahsederler İstanbul Boğazı’nın sularının kıyıya vurarak ayağa kalkan dalgalarını gösterir. Trafik,  günlük hadiseler hep İstanbul’dur. Anlıyorum 16 milyonmuş bu öğünülecek bir şey değil ki, insanların üst üste işe gittiği, yollarda omuz omuza yürüdüğü, duraklar miting meydanı gibi, kavgalar, trafik kazaları, öldürmeler, mültecilerin acıklı halleri buradandır hep. (Kıskandığımdan yazıyorum, tarihi yarımadası, boğaz, şimdi baharda geldi Mayıs Erguvanlar, Emirgan’da Laleler…) Oysa biz taşrada gayet rahatız; üç adımda park, beş adımda Gediz ovası, Spil Dağı, biraz daha açılınca Yuntdağ köyleri, tabiat, temiz hava, manzara, hatta romantik takılırsanız sessizlik, kuş sesleri, ulu ağaçlar koyu gölgeler. Tabii bunların anlatılacak tarafı yok. Adam köpeği ısırmıyor. Adamlar da köpekler de gayet rahat bi şekilde dolaşıyor. Hatta virüsten dolayı köpekler insanlara göre daha rahatlar.

Aslında anlatmak istediğim her saat caddeler dolu, bu nasıl virüs? Efelik mi taslıyor bizimkiler, umursamıyorlar gibiler. Sokak cadde bu, dönüyorum akşam ajanslarına kıyamet mi bu acaba diyorum? Dünyanın sonu mu geliyor? Tüm dünya kıpkırmızı boyanmış. Çare yok, korkuyu tetikleyen de bu çaresizlik. 

Mart’ın yarısından sonrasını bitirmiştik. Nisan 23, sokağa çıkma yasağı dört gün, önceki iki gün bir hafta sonuydu. Alışkanlık oldu hafta sonları sokağa çıkma yasakları. Mayıs 1,2,3 üç gün. Üçüncü günün gecesi saat 00.00 caddede bir hareketlilik var daha doğrusu gürültü. Baktım, yasaksız gündüzden farklı değil. Ne yapıyorlar bu saatte bu insanlar diye düşündüm. Daha sonra haberlerde izledim gece karanlık sokak lambalarının altında bir sağa bir sola giden insanlar bir tanesi ellerini arkasında kıçının üstünde bağlamış aval aval geziyor.

Memleketimin insanları. Neden böyleyiz dedim, gecenin 24’ünde? Nasıl anlamlandırabilirim diye düşündüm. Bakkal çakkal kapalı, kahveler zaten kapalı. Yarın işe gidilecek bu saatte uyuyor olmalı bu insanların veya Ramazan dolayısıyla sahura kalkacaklar. Neden olduğunu biliyorum ama söylemem.

Her gün, aşağı yukarı 55 gün, sabah kalktığımda pijamalı mı kalayım, eşofmanları mı giyeyim diye düşünüyorum. Ya öyle ya böyle başka kıyafet yok, zaten olmasına gerek de yok. Her gün traş olduğum sakal traşımı gün aşırı bazen ihmal ediyor iki üç günde bir oluyorum. Eşim bu konuda rahat virüssüz zamanlarda gömlek yıka ütüle. pantolon ütüle, ayakkabı boyası... Elbise dolabımın kapağını açmadım ayakkabılarıma 13 Mart’tan beri bakmadım kurumuşlardır. Ayaklarım büyümüş, ayakkabılar kurumuş, yürüyemeyeceğim. Zaten otur otur yürüyebileceğimi zannetmiyorum. Adımlarım kısalmış, nefeslerim daralmış, hep aynı işleri yapmaktan robotlaşmış, yaptıklarım alışkanlık olmuş, kulaklarım düşmüş, evin metrekaresi her gün azalıyor, önüyle arkası kısalmış, mutfaktan alıp oturma odasına getireceklerimi takside bağlamış tek tek alıp geliyorum kendi işimi kendim yapıyorum. Hareketli olmaya bağladım her işimi.

Daha nereye kadar? Sekiz on pandemi doktoru aileden oldu. Kimi başındayız, kimi mutasyona uğradı, kimi az kaldı, diyor. Biz sıkıldık ama yapacak bir şey yok. Kimseye de sıkıldık diyemiyorum üst katta torunlarım oturuyor, biri 10 diğeri 13 yaşında gıkları çıkmıyor. Her gün merdiven aralığında konuşuyoruz, şenlik olsun diye sıkıntıdan kıyafet, elde tabanca tüfek bazen şapka, kep, kar maskeli,  pandomim yapıyorlar gülüşüyor eğleniyoruz. Onlar gıkını çıkarmayınca bana mı kaldı sıkıldım demek. Ama bir şey var bizim sıkılmamızın hiçbir faydası yok şu virüs denen illet bizlere bulaşmaktan sıkılsa da peşimizi bıraksa, herkes rahat nefes alsa.