Bazen insan hayat telaşesinden bunalıyor, durup bir nefes almak istiyor ve soluklanırken her şeyin kaçmasından ürküyor ama o koşuşturmacada hayatın ellerinden kayıp gittiğinin farkına varmıyor.
İnsan şu noktada kendine soruyor; çabaya devam mı edelim? Yoksa akıntının bizi sürüklemesine izin mi verelim? İşte böyle anlarda her şeyi akışına bırakmak gerekiyor. Doğu felsefesi ve mistik bakış açısı şöyle der; “Akışın önünden çekil, müdahale etme, hatta kendini akıntıya bırak.” Yani değişim kaçınılmazdır. Sen ne kadar müdahale etsen de, akışta ne varsa o olacaktır diyor özünde. Bizim kültürde ise “Olacağı varsa olur, olmayacağı varsa olmaz” denilerek işin içinden sıyrılırız. Millet olarak işi bir şekilde kılıfına uydururuz mutlaka.
Sürekli gelecek kaygısı duyup anı kaçırmak yerine, anın tadını çıkarmaktır akışına bırakmak. Elalem ne der korkusu yaşamamaktır. Hayatı kendi fikirlerine göre şekillendirebilmektir. Her şeyin güzel olacağına inanmaktır. Yaşadığımız başarıların da başarısızlıklarımızın da geçici şeyler olduğunu bilmektir. Hiçbir şeye körü körüne inanmamaktır akışa bırakmak.
Evet, akışına bırakmak belki kontrolü elden bırakmak gibi gözüküyor. Ancak o kontrol düşüncesinden çekip insanın bütünü görmesini ve kararlarınızı öyle şekillendirmesini sağlamaktır akışa bırakmak.
En önemlisi, kendini her şeyden üstün görmek yerine, bu gezegende sadece küçücük bir parçası olduğunu bilmektir akışa bırakmak.
Sevgili okuyucular, anı yaşayıp akışa bırakın. Buna inanın. En azından kendinize “akışa bırakma” fırsatı tanıyın.