Yazın sarhoşluğundan sıyrılıp geldik mi yine eylüle? Devirdik mi bir yazı daha? Cömertçe açtı yine bize kapılarını Sonbahar. Şimdi bize düşen güzel bir masa hazırlamak. Öyle sıradan bir masa değil. Sonbaharın şerefine güzel bir masa hazırlamalı. Keşke kadehi bir köşede dururken vazoda duran yarın çiçekleri bize bakıyor olmalı. Masanın örtüsü yaşanmamışlıklar kadar beyaz olmalı. Öyle lekesiz…
İçeri ılık bir rüzgar giriyor aniden. Biraz yaşanmışlıklarla karışık… Savruluyor tüm düşünceler rüzgarla beraber. Hoş, yakalamak gibi bir niyet de yok ortada. Çekiyorum içime çekebildiğim kadar güz kokusunu. Sonra hiç çekinmeden kendimi bırakıyorum kayıtsızca eylülün kollarına. Şöyle oturup dertleşelim diyoruz. Anlatıyorum demli bir çay eşliğinde birer birer. Yanılgılarımı, kırgınlıklarımı… Bir söz istiyorum ondan: Yıkasın yağmurunla her birini. Alsın, götürsün. Kalmasın gözyaşlarımdan bir tek bile iz. Öyle lekesiz…
Erken kalkıyor masadan eylül. Öylece kalıyor ortada kimsesiz kelimeler. Ben yine dumanı tüten düşüncelerimle baş başayım.
Yok öyle çehreyi düşürmek! Bu masaya oturuşumuz ne kadar hüzünlüyse kalkışımız bir o kadar coşkulu olmalı. Önümüzde bizim için tertemiz bir yol var. Unutmayın masa hala lekesiz. Evet kış geliyor olabilir. Lakin içimizdeki bahardan kime ne? Öyle değil mi? Bir sonraki yazıda görüşmek dileğiyle…