Bizim oralarda gelincikler, papatyalar açmış bahar esintileri başlamıştır şimdi. Sırtına bir hırka, koluna sevdiğini, eline çocuğunu alanlar kırlara koşmuştur. Ağaç gölgeleri aranır olmuş, cemreler düşmüş, toprağımın kokusu vatanımın her yanına yayılmıştır. Buram buram toprak, yemyeşil çimenler, masmavi gökyüzü, pırıl pırıl güneş, hava, su, toprak tabiat uyanmış, özlem dağlarken yüreğimi: Kaynar suyun buharı gibi rüzgarla sağa sola savrulup duran Manisa’mın dumanlı dağının dumanı kalkmış Spil bütün ihtişamı ile kendini göstermiştir. Bizans imparatorluğunun en büyük kalesi müstahkem mevkiinin, Osmanlı Şehzadelerinin ikametgahı yazlık saraylarının, hatta mitoloji tanrılarının babası gökleri yönetirken Hermos’un suladığı bağların üzümlerinden Baküs’ün sunduğu şarap ile çapkınlığının keyfini sürdüğü yerdir Spil.
Şimdi ise; dereleri, kar sulu tarihi çeşmelerinin berrak suları, yanık gönlüme serpintidir.
Arnavut kaldırımlı, kıvrılarak giden duvarlara tırmanmış baygın kokulu hanımeli, dar sokakların mor salkımlı alçak avlu duvarlarının eğreti duran sokak kapıları. İçerlek evlerin hayatlarına giden avlu içerisinde ki teneke saksılarda ki sardunyalı yol, yeşil, kahve renkli yosun tutmuş çingene kiremitlerinin birbirlerine sarılışları, çivit kuşaklı kerpiç duvarlarının yaslanışları, gölgelerin kol gezdiği bir o yana bir bu duvara dayanışları, “Akşama annemgiller size gelcek evde misiniz? Seslenişleri.
Şırıl şırıl akan sokak çeşmelerinde sohbetler, akşam ezan vakti olmuş, dolmayı bekleyen testiler, soğuk su içme bahanesiyle eve gecikmeler, Narlıca’nın Üç Oluklu Çeşme ile aynı tarihi paylaşan yıllanmış çınar eğilmiş, yıllarca söylenmiş her bir hikayeyi anlatacak gibi sırasını beklerken, akşam vakti Spil’in eteğinden dönen bir kaç inek su içmek için kaygısızca yaklaştılar çeşmenin yalağına...
Narlıca’nın beyaz badanalı evleri grileşti Haydar Deresi’nin ardından batan güneşle. Gölgeler gitti sokaktan, esintiler mor salkımları yalarken sakinlik eğreti ahşap avlu kapılarından içeri sızdı. Gaz lambalarının isli şişeleri zorlarken karanlığı, gökyüzü hiç bu kadar mücevhere benzememişti. Hayata kurulan yer sofrası, büyük sininin üzerinde Tarhana Çorbası’nın ardından gelen kurutulmuş biber patlıcan dolması iştahları kabartıyordu...
Sigara dumanının dağılışından belli olan bahar serinliği bastırmış, hayatta biten yemeğin ardından yatsıdan önce içilen dibek kahvesinin kokusu odaya sinmişti. Lalapaşa’dan Yatsı Ezanı gecenin sessizliğini aralarken çeyizin üç aşınma izli seccadelerinde eller Hak’ka ulaşmıştı. Yataklar musandradan serilirken yere, çocuklar çoktan uyumuşlardı koşuşturmanın yorgunluğu ile…
Ahhhh ah, özlüyorum Manisa’mı, koca bir ömrüm beraberce geçse bile.