Ayıptır söylemesi. (Bu laf 1970’lerde ilk söylenmeye başladı. O yıllarda yurt dışına çıkmak belli bir kesime ait olduğundan utanılarak söylenir gibi yapılıp dikkatleri o noktaya toplarlar olayı daha pekiştirirlerdi.

”Ayıptır söylemesi ben Amerikadayken Paristeyken diyerek söze başlanır lafın devamını beklemeden söze girilir, “Ooooo ne zaman gittiniz hiç haberimiz olmadı.”) Ancak bu devirde yurtdışına çıkmak komşu kapısı olduğu için bu laf, övünç kaynağı hava atma malzemesi olmuyor. Aksine yaz tatili için yurtdışı kuyruğu oluşturanlara gülünüyor. Artık, Yunan Adalarına İtalya gibi ülkelere yaz tatillerine tekne ile gitmelerin ”Ayıptır söylemesi, bu yıl tekneyi büyüttüm (one way wind)” ile başlamasının burada yerini alması gerekir.

Avrupa ülkelerinde yaşayanların hiç aceleleri yok. Her yerde, her işde, trafikte, kuyrukta, nerede olursa, bize acele gerektiren yaşantı ne ise onlar aksine çok rahatlar, hiç acele etmiyorlar, bi sakinler bi sakinler. Onun için itiş kakış, trafikte kaza bela, kuyrukta öne geçme, gibi bi dertleri yok. Bekle kardeşim, ben şimdi geliyorum desen akşama kadar seni bekler. Tabii, bu gibi durumlarda bekleyen değil bekleten ayıp etmiş olur ama biz bunu hep yaptığımız için olağan karşılar, onlar sözlerinde durmuş olurlar.

İrlanda’nın Ennistymon bölgesinde Moher Kayalıkları ve Fiyortlardayız. Türkiye’ye uçakla dönmek için buradan Dublin’e geldik bir gece kaldık. Sabah valizleri resepsiyona bırakıp şehri uçuş saatine kadar biraz tanıyalım istedik. Orası burası derken otelden bir hayli uzaklaşmışız. Üç kişiyiz. Otele, valizlere, telaşla taksiye. Taksici kuralına göre kullanıyor onun acelesi yok sakin ve 50’yi geçmiyor ne kadar yahu biraz hızlı git uçağı kaçıracağız dememize rağmen, istifini bozmuyor, gülümsüyor, sakin sürüşüne devam ediyor. Biz ne kadar aracın içerisinde zıp zıp zıplasakta sonunda hava limanına gelebildik. Valizler yarı yerde yarı havada uçurarak limanın kapısından girdiğimizde perondaki üç kız bizim telaşımızı ileriden görmelerine rağmen kalktılar gidiyorlar, masaları kapatmışlar hem gidiyorlar bir yandan da gülüyorlar. “Stop, stop.” Senin stop dediğin köşk sinemasının altında renkli makarada iplik satıyor. Anlamıyorlar. Diz çöküp neredeyse 🙏 işaretini yapmak üzereyken üç güzel kızdan biri döndü. Artık üç kişiden hangimizi yakışıklı bulduysa ! “Give your passports.” Taksiden beri elimizde bayrak gibi salladığımız pasaportlarımızı bankonun üstüne yapıştırır gibi bıraktık. Kız hem gülüyor hem biletlerimizi tak tuk kaşeliyor. Hangimiz kızı öptü hatırlamıyorum ama ben değildim! Uçuş kapısına yöneldik. Arkamızdan kapı hostesine telsizle bildirmiş olmalı, üç kafadarlar geliyor diye, bekliyor. Avrupalılar hep gülümsüyor zaten. Bizim şaşkınlığımıza gülmüyor gülümsüyor dedik.

Her işleri saatli ve randevularına sadık kaldıkları için kimse kimseyi beklemiyor bekletmiyor. Saat mefhumu olduğu için hesaplıyarak yola çıkıyorlar. Bizimkilerin kolunda istediğin kadar Rolex olsun. Zaman mefhumu hakgetire meğer ki rastgetire.

Bizde randevular yarım saat aralığındadır. 10,30-11.00 arası gibi gelirim.

Yani beklersen gelirim. Hem acelemiz var hem yarım saat bekleten randevular. Trafikte tam gaz gideriz ama kolumuzu camdan çıkarmadan süremeyiz. Sigarayı şoför camından, pet şişeyi yan koltuktan, arka camdan kağıt parçalarını arka koltukta ki kağıt kırpıcılar atar. Sen kuralına uyup 50 km ile gitsen, arkanda ki üstüne çıkmadan duramaz, yanından geçerken parmak arası yapar veya camları yumruklamak için makas atar.

Ayıptır söylemesi, bunlara trafik mandası düzeltiyorum magandası denir. Bunlar daha çok Mimar Sinan Bulvarında bulunurlar, dört teker göğü görmeden duramazlar, taksinin arka aksını kaldırıma çıkmadan koparamazlar, bisikletlileri arabanın üzerinden uzun atlatmadan rekora ulaşamazlar.

“Acelem var” ecelini veya ecelimizi de yanlarında taşıyorlar.