Türkiye’nin yüreğine bir kor daha düştü… Diyarbakır’da arama çalışmalarının 19’uncu gününde cansız bedeni bulunan 8 yaşındaki Narin yüreğimizi, vicdanlarımızı adeta yerle bir etti.

Minik Narin’in yaşadığı şeyler, vicdan sahibi her insanın uykusunu kaçıran türden bir felaket. Her ahlaklı birey, böyle zamanlarda aldığı nefesten bile utanır hale geliyor.

Benzer çaresizlik duygusunu, 6 Şubat’ta yaşanan deprem felaketinde hissetmiştim. Enkaz altında kalan bedenler, insanların yardım çığlıkları… Bunların hepsi çaresizliği, tükenmişliği haykırıyordu. Tıpkı Narin’in ardından hissettiğimiz gibi.

Son 20 yılda o kadar çok felaket yaşadık ki, her biri derin bir yara bıraktı. Narin de bu yaralardan biri.

Çocuk istismarları, patlayan bombalar, kadın cinayetleri, orman yangınları, depremler, selde yok olan kentler… Anlatmaya kalksam bu ‘felaket listesi’ uzayıp gider. Hangisine ağlayacağımızı, hangisine kederleneceğimizi şaşırmış haldeyiz.

**

Yaşanan her felaket, toplumsal çöküşün bir başka yüzünü gözler önüne seriyor. Hiç fark ettiniz mi bilmiyorum. Resmen bütün suçlular Türkiye’de toplanmış. Yakalanan uyuşturucu baronları, birbiriyle çatışan çeteler, mafya babaları, milyonlarca göçmenin kimliksiz bir şekilde elini kolunu sallayarak dolaşması…

Adaletin olmadığı bir düzenin içinde boğuluyoruz. Ekonomik kriz, eğitim sisteminin çöküşü, yozlaşmış değerler… Güzel ülkemiz ne hale geldi? Artık her gün şehit haberleri geliyor farkında bile değiliz.

Ekonomi desen vatandaş geçim sıkıntısı çekerken bir de sürekli ezilen bir hale dönüşmüş durumda. Ya çok zengin ya çok fakir var. Bu durum kimsenin umrunda değil.

Her şehirde üniversite olmasıyla övünüyoruz. Ama üniversiteler artık sadece beton yığınlarından ibaret. Nitelikli bir eğitim yok. Eğitimde çöküşün de zirvesindeyiz.

Görüyor musunuz? Konu Narin’den nerelere geldi.

Bu ülkede anlatılacak çok şey, çok acı var!

**

Narin’in ölümü, yıllardır süregelen bir çürümenin, yozlaşmanın, kötü yönetimlerin ve toplumsal değerlerin erozyonunun bir sonucu.  

Ülkemizin köylerinde daha kaç Narin var? Bunları düşünmek bile ürkütücü. Narin ilk değildi, son da olmayacak.

Peki, neden? En büyük sorunumuz bu: Neden bu hale geldik?

Atatürk’ün çizgisinden ve ahlakından uzaklaştık. Zenginleşme, “güç bizde” olsun hırsına yenildik. Komşuyla bir şeylerimizi paylaşmak yerine, onun maline göz diker olduk. Sanat mı? Onu el birliğiyle yok ettik. Doğayı mahvettik, ağaçları kestik, ormanları yaktık. Uyuşturucu çetelerinin, sahtekarlığın, hırsızlığın pençesine düştük.

Gelişmek, üretmek, aydınlık bir çağ yerine çürümeyi ve kapkaranlık bir çağı tercih ettik.

Ne yazık ki Narin, toplum olarak düştüğümüz karanlık çukura düşen masumlardan biri oldu.

Narin’in ruhu huzura eremediyse, bu bizim sorumluluğumuz. Sessiz kaldıkça, biz de insanlığımızdan bir parça kaybediyoruz. Olayın üstü örtülmemeli, gerçekler gün yüzüne çıkarılmalıdır.

Bu ülkenin vicdanı, Narin’in sessiz çığlığına kayıtsız kalmamalı.

Narin Güran unutulmasın, adalet yerini bulsun!