Doğumlar, ölümler yaşanıyor… Dünyada ne olup bitiyor hepsine şahit oluyoruz ve yaşamda var olduğum sürece olaylarla karşılaşmaya devam edeceğim. Ancak artık içimdeki heyecanı hissedemiyorum.
Bugün güzel bir gün ve ben günün güzelliğini hissederek bir şeyler yazmaya çalışıyorum. İnanın daha umutlu olamazdım… Ancak yine de içimde bir şeyler eksik. Hiçbir şeye hevesim yok gibi.
Eskiden komşumuzu tüketim toplumunun parçası olduğu için hemen yargılardık… Her hafta sonu alışveriş merkezlerinde gezindiği için ‘Bu da tüketimin bir parçası haline geldi’ diye küçümserdik. Artık alışveriş merkezlerinde gezinen komşunun bile heyecanını göremiyoruz. Kiminle konuşsam mutsuz, kiminle kahve içmeye kalksam dertli…
Hep mi böyleydik? Yoksa herkes hevessizlik hastalığına mı yakalandı? Bir salgın gibi üzerimize yapıştı, hevessizlik.
Hatırlayanlarınız olur mu bilmem ama sosyal medyada popüler olan bir sokak röportajı vardı. Mikrofon uzatılan kişi ‘sosyal çürüme’ kavramından bahsediyordu… Bahsettiği kavram, etik ve kültürel birçok alana uyarlanabilirken, ben bunu varoluşumuza uygulamak istiyorum.
Hatırlarsınız, sosyal medyada gündem olan bir sokak röportajı vardı. Mikrofon uzatılan kişi, ‘sosyal çürümeden bahsediyordu bize, sonradan öğrendiğimize göre kendisi bir profesörmüş. Bahsettiği kavram, etik ve kültürel birçok yere çekilebilecekken, ben varoluşumuza çekmek istiyorum. Gün batımına heyecan duymadığım zaman, beni toprağa verebilirsiniz.
Hayatın heyecansız geçmesi nasıl bir şey olacak, özellikle de bu kadar yoksulluk varken?
Bireysel mutsuzluklar, önce içimizdeki çekirdeği etkiler ve sonra dalga dalga topluma yayılır.
Anlam arayışlarını bir kenara bırakıp, sadece güzel günler için yaşamayı öğrenmeliyiz. Günlük mutlulukların peşinden gitmeyi öğrenmeli, birbirimize bu konuda destek olmalıyız. Ancak bu şekilde karanlık aydınlığa dönüşebilir.