Türkiye’de her geçen gün kadına, çocuğa ve hayvana yönelik şiddet artıyor.

Ülkenin gündeminde hep bunlar var ve herkesin dilinden aynı cümleler dökülüyor: “Bu ülke nereye gidiyor?”

Ekonomik kriz, adalet sisteminin zafiyeti, uyuşturucu ticareti, şiddet, tacizler, sokak ortasında işlenen cinayetler… Toplumun damarlarına sızmış bir zehir gibi yayılıyor korku.

Her geçen gün artan bu vahşet karşısında çoğumuz şaşırmak olduk, zira suç işleyenler ‘Az yatar çıkarım’ düşüncesiyle hareket ediyor. Cezasızlık kültürü, suçlulara cesaret veriyor. Bu cezasızlığın bedelini kadınlar, hayvanlar, çocuklar ödemek zorunda kalıyor. Peki, bu kısır döngü nasıl sona erecek?

**

Geçtiğimiz günlerde İstanbul’da Ayşenur Halil ve İkbal Uzuner, Manisalı Pelin Karaca gibi daha hayatlarının baharında acımasızca katledilen kadınların isimlerini nasıl unuturuz? Bu isimler ne yazık ki sadece birkaç örnek, ismini hiç duymadığımız bir sürü kadın var...

2009 yılında canice öldürülen Münevver Karabulut’un katili Cem Garipoğlu’nun mezarı açıldı. Mezarın Cem Garipoğlu’na ait olduğu belirlendi ancak Münevver’in ölümündeki belirsizlik hala devam ediyor. Minik Narin’in katili hala bulunamamışken, gencecik kadın polisimiz bir suç makinesinin kurşunuyla şehit olmuşken biz kendimizi nasıl güvende hissedebiliriz? Güvenlik zaafları, adaletin geç işlemesi toplumu çaresizliğe sürüyor.

İstanbul’un göbeğinde bir kadın, iki adam tarafından köşeye sıkıştırılıp yere yatırılıyor ve taciz ediliyor. Ama kadın şikayet etmekten korkuyor çünkü biliyor ki sistem onu korumayacak. Kadın şikayetçi olsa bile, kişisel bilgiler ve açık adres tacizciye verilecek. Böylesine bir çaresizlik ortamında, insanlar adalete güvenebilir mi?

**

Bu kadar yaşanan vahşete, haksızlığa rağmen ne yazık ki toplumun bir kesimi, hala kadınları suçluyor. Kadınlar nerede oldukları, ne giydikleri, kimlerle görüştükleri üzerinden yargılanıyor. Varsayalım ki bir kadın kendi isteğiyle bir yerde bulundu, o kişiyle olmayı tercih etti -bu onun ölmeyi hak ettiği anlamına mı geliyor?- Kadınları sadece kendi ahlaki yargılarımızla mahkum etmek nasıl bir vicdanın ürünü olabilir?

Şiddetin hiçbir bahanesi olamaz, olmamalıdır. Ancak mevcut düzen, suçu besliyor. İnfaz yasaları suçluları korur hale gelmişken, mağdurlar koruma beklemekte haksız mı?

İşsizlik, ekonomik kriz, uyuşturucu bağımlılığı… Bu ülkenin gençleri, kadınları, çocukları bu sorunların altında eziliyor. Gençler umutsuz, gelecek kaygısı çekiyorlar. Okula gitmesi gereken çocuklar çalıştırılıyor. Uyuşturucu satıcıları ise okulların kapılarını mesken tutmuş. Peki, Türkiye’nin geleceğini bu karanlık sarmalın içinden nasıl kurtaracağız?

**

Bu karanlığa teslim olmamalıyız. Gençleri, kadınları, çocukları ve hayvanları koruyacak sağlam yasalar, etkin ceza mekanizmaları gelmelidir.

Cezasızlık sona ermediği sürece, insanlar adalete güvenmeyecek, şikayet etmekten korkacak. Toplumun geleceği bu kısır döngüyle zedelenmeye devam edecek.

Bugün, cesaretle ve kararlılıkla bu sisteme karşı sesimizi yükseltmeliyiz. Cezasızlık, şiddetin beslendiği en büyük kaynaktır. Suç işleyenlerin hak ettiği cezayı almadığı bir toplumda, güvenli bir gelecekten bahsetmek imkansız. Gençleri, kadınları, çocuklar ve hayvanları koruyacak bir düzen kurmak için mücadele etmeye devam etmeliyiz.