Geçtiğimiz günlerde, sosyal medyada yayılan bir video hepimizi dehşete düşürdü…

Şiddet faili Y.A. henüz 19 yaşındaki ‘dini nikahlı’ ve hamile eşi S.N.A’yı 3 yaşındaki çocuğunun gözü önünde sokak ortasında tekme, yumruk ve sopayla acımasızca dövüyordu. Bu vahşeti izlemek bile ruhumuzu paramparça etmeye yeterken, tüyler ürpertici bir şey daha vardı: Çevredeki insanların genç bir kadının dayak yemesini sadece izlemesi.

Olaya uzun bir süre müdahale edilmedi. Ta ki yaşlı bir beyefendi cesaret gösterip harekete geçene kadar. Onun gösterdiği cesaret, diğerlerini de harekete geçirdi ve sonunda S.N.A. kurtarıldı. Bu korkunç olay aklıma bir dizi rahatsız edici soruyu da getirdi: “Neden şiddete seyirci kalıyoruz?”, “Neden gözümüzün önündeki bir insanın hayatı tehlikedeyken müdahale etmiyoruz?” ve “Neden korkuyoruz?”

**

Kadına yönelik şiddet, ne yazık ki ülkemizde artık ‘alışılmış’ bir olguya dönüştü. Her gün gazetelerde, televizyonlarda, sosyal medya platformlarında bu tür olaylara şahit oluyoruz. Sürekli maruz kaldığımız görüntüler, vatandaşımızı duyarsız hale getirdi sanırım. İnsanlarımız şiddetin ne kadar korkunç, vahşi bir şey olduğunu bilse bile tepki vermekten çekiniyor.

Bu duyarsızlık belki de şiddeti kanıksamış bir toplum olmanın en büyük bedelidir. İnsanlar, başlarına bir şey gelmesinden mi korktuğu için mi sessiz? Yoksa “Bana dokunmayan yılan bin yaşasın” düşüncesine mi kapılıyor? 

Belki de her iki nedende geçerli. Ancak bu suskunluk, tepkisizlik şiddetin normalleşmesine hatta yaygınlaşmasına sebep oluyor. Bir kişi bile bu duruma ses çıkarmadığında, ‘suskunluk’ bir zincir haline gelip korkunç bir şeye dönüşüyor. Suskunluğun sonu ölüm oluyor.

**

Soruyorum toplum olarak özellikle ‘kadına yönelik şiddet’ karşısında neden seyirciyiz? Bir kadın sokak ortasında öldüresiye dayak yerken, ‘hamileyim’ feryadıyla yürekleri dağlarken neden tepkisizdiniz? Anlıyorum, hiç tanımadığınız biri için kendinizi tehlikeye atmaktan, saldırganın öfkesini üzerinize çekmekten korkuyorsunuz. Ama size bir soru daha sormak istiyorum. “İnsanlığınız mı öldü?”

Unuttuğunuz bir gerçek var. Korkunun zincirlerini cesaretle kırabiliriz. Yaşlı beyefendinin yaptığı tam olarak buydu. Cesaret edip harekete geçmeseydi belki S.N.A. yediği dayaktan ölebilirdi. S.N.A o cesaret sayesinde kurtuldu.

**

Bir de S.N.A, defalarca şiddet görüp şikayet ettiği ancak şikayetlerinin dikkate alınmadığını söylemiş. Ne zaman dikkate alacaktınız? Ölünce mi? Evet, şu an şahıs tutuklanmış olabilir. Ama ilerleyen zamanlarda serbest bırakmayacaklarının garantisini verebilirler mi?

Öyle bir sistem yarattılar ki, suç işleyenlerin çoğu suç işlemekten korkmuyor çünkü ceza almayacağının ya da az bir cezayla kurtulacaklarının farkındalar. Ne yazık ki Türkiye, caydırıcı cezalar olmadığı için suçluların elini kolunu salladığı, kimsenin can güvenliğinin olmadığı bir ülkeye dönüştü.

Ülkemizde çevredekiler cesaret gösteremediği ve şikayetleri dikkate alınmadığı için hayattan koparılan çok kadın var. Kadınların şikayetleri dikkate alınsaydı, insanlarımız duyarlı olsaydı belki de birçok kadın bugün hayatta olacaktı.

Şiddetin olduğu bir yerde sessiz kalmak, aslında suça ortak olmaktır. Bu yüzden şiddetle karşılaştığımızda sessiz kalmamalıyız. Korkuyu bir kenara bırakıp, vicdanımızın sesini dinlemeliyiz.

Bu olay, bize toplumsal bir sorumluluğumuz olduğunu hatırlatıyor. Kadına yönelik şiddet, sadece bir kadının sorunu değildir; bu, tüm toplumun yüzleşmesi gereken bir yaradır. Her birimiz bu konuda sesimizi yükseltmeli, gereken cesareti göstermeliyiz.

**

S.N.A.’nın hayatı bir kişinin cesaretiyle kurtuldu. Ancak bu olay, daha geniş bir farkındalığın ve değişimin başlaması için bir uyarı olmalıdır. Şiddete karşı sessiz kalmamak, toplumsal bir refleks haline gelmeli. Çünkü sessizliğimiz, bir başkasının hayatına mal olabilir.

Sessizliği bozmanın ve cesareti yaymanın zamanı geldi. Şiddeti kanıksamak yerine, ona karşı durmanın sorumluluğunu üstlenmeliyiz. Unutmayalım ki, cesaret bulaşıcıdır!