Vilayet Konağına gelen misafirlerimizi valiyi ziyaretten sonra Osmanlı Çarşısını gezdirecek ve oradan da kültür salonuna geçecektik. Turizmimizi tanıtacak olan yabancı konuklarımıza tanıtım konferansını, bu çarşıyı gezdirelim diye geç vakte almıştık. 200 kişilik konuğumuzdan birçoğu aşağıda kalmıştı, temsilci heyeti dediğimiz grup valimizi ziyaret etmiş çıkış da diğer bekleyen grupla birlikte yürümeğe başlamıştık.

Vilayetten çıkıp da arka tarafına yani emekliler parkı yönüne gelince karşımıza eşsiz Manisa Dağı fonunda Hatuniye Camisi çıkıverdi. Caminin manzarasına bakarak parkı geçtik. Caminin avlusunda camiyi incelerken rehberimiz Hatuniye Camisi’nin tarihçesini kısaca anlattı. Sadrazam Mütercim Mehmet Rüştü Paşa’nın kabrinin yanından, caminin arka kapısından çıktık.
Kurşunlu Han ve önünde ki meydancık bizleri karşıladı. Taş duvarları ve Osmanlı Han yapılarının en sağlamı, bakımlısı ve muhteşem görünüşü ile önünde ki alandan içeri girdik. Hayranlıkla bakan konuklarımıza bunun bir eşinin 150 metre ötede var olduğunu bu hanın yani Yeni Han’ın yapısının sanatçılara yönelik yapıldığını anlatan rehberimizden buranın yani Yeni Han’ın gezilmesini istediler, programda orasının var olduğunu söyledik. Bir saatte ancak çıkabildik Kurşunlu Han’dan.


   Yeni Han’a giderken Kuyumcular Çarşısının rengârenk cepheleri cezbetti bizleri. Cepheler ayrı, işlemeli altınları ile vitrinleri ayrı bir güzeldi.
Sokak ve dükkan cephelerine bakarken köşede ki küçük mütevazı, köşesine çekilmiş gibi duran sokak çeşmesinin mermer işçiliği konuklarımızı buradan su içmeye davet etti. Suyu içen konuklarımız arkalarını dönünce yine taş duvarları ve girerken saygıya davet eden kapısı ile Yeni Han. Daha önce Kurşunlu Han’ı gördüklerinden burası onlara yabancı gelmedi hemen o tarafa yöneldiler. Burada Tasavvuf Musikisi eşliğinde Türk Kahvesi içileceği söylendi han esnafı tarafından. Kahve, kokusunu hanın duvarlarına sindirirken, işlemeli pirinç kaplı fincanlar ve uzun saplı pirinç cezveden fincanlara boşalan kahvenin kokusunu burnumuzun ucunda hissettik. Nasıl yapıldığını görmek isteyen bazı konuklarımız kahvehaneden içeri girdiler, ocakta kahve dolabında kavrulan kahvenin taş dibek de dövülüşünü hayretle izlediler. Kahvenin enfes tadının nereden ve nasıl geldiğini anladılar.


Buradan çıkıp da çarşının içine dalınca; Osmanlı Sanatı tezahür etti birden. Yüzyıllar öncesine gidiverdik, dükkân camekânları, içleri, cepheleri, esnafın kıyafetleri, taş döşemeli sokakları, dükkân önlerine hasır iskemlelere oturmuş sohbet eden fesli adamlar, eski kıyafetleri ile bakır dövme ustası, semerci, kalaycı, keçeci esnafının yaptıklarını ustalıklarını izlerlerken körüklü çizme ustasından çizme aldı bazıları. Kollu makineci, sayacı, ayakkabıcı, terzi, tezgâhta Manisa Bezi dokuyan kadının, boyaması, tahta baskısı ile yazmalara desen veren kızın işledikleri ayrı güzel kıyafetleri ayrı güzeldi.


  Gruba hakim olamıyorduk artık, her köşeden, dükkandan, sokaktan insanlar çıkıyor,
birbirlerine oraya da bakın burayı da görün diye tavsiyede bulunuyorlardı. Dalıp giderken tarih öncesine İkindi Ezanı okunmaya başladı çok yakından geliyordu ezan sesi. Çeşnigir Camii ve meydanına gelmişiz farkına varmadan. Bakınca sağımıza solumuza ulu çınar ağaçlarının gölgesinde Cumhuriyet Hamamı.
Cami, meydan, çarşı, esnaf, han, hamam
buradan ayrılmak istemez ki insan.
Dinlenelim dediler oturalım caminin avlusunda.
Baka kaldılar caminin duvar taşlarına.Yine hasır iskemleler tahta sehpalar, yorulduklarının farkında değildi konuklar.
Yoğurtçuların çıngırak sesleri
Çomaklı Macun, keten helva satanların avazeleri.
Ortalarda dolaşan köpek
“Allah Allah o da mı Osmanlı’dan?” anlayamadım pek.
Şerbetçiler geldi nereden çıktı bunlar derken köşede ki şerbetçi dükkanının palabıyıklı ustası gülümseyerek geldi yanımıza. “Üzüm şırası, ahududu suyu, böğürtlen şerbeti, ne içersiniz?” dedi. Gümüş zincirli, işlemeli, püsküllü tepesi ile hem selam, hem saygı, hem ikramı dile getiren, eğilince dökülen pırıl pırıl parlayan şerbetliklerden dökülen şerbet, kalaylı bakır tası dolduruyordu. Buz gibi. İçince yorgunluğumuz dindi, o kadar kendimizden geçtik ki şimdi davulcu eşliğinde tellal gelip padişah fermanını okuyacak diye bekler olduk.


Konferans falan unutuldu büyülenmiştik adeta. Daha marangoz ustalarının el yontmalarını, sedef kakmalarını görememiştik. Görememiştik hat ustalarını, ebru sanatının inceliğini. Müzik aletleri kanun tambur satan dükkândan, gramofondan geliyordu, eskilerden bir erkek sesi.

”Esdi nesim-i nev bahar açıldı güller subhu dem.

Açsın bizim de gönlümüz saki medet sun cam-ı cem.

Erdi yine ürdi-i behişt oldu heva anber sirişt

Alem behişt ender behişt, her guşe bir bağ-ı irem.

Gül devri ayş eyyamıdır, zevk ü sefa hengamıdır

Aşıkların bayramıdır bu mevsim-i ferhunde-dem.

Dönsün yine peymaneler olsun tehi humhaneler

Raks eylesin mestaneler mutribler ettikçe negam."

       1572-1635 tarihlerinde yaşamış Divan şairi Nefi’nin güftesini 1860 yıllarında Hacı Arif bey bestelemiş, Rast Makamında Türk Aksağı usulünde olan bu eseri pek anlamamıştı konuklar ancak nağmelere takılmışlar, mırıldanıyorlardı.
Kalkalım dedik, ancak toparlayabilirdik grubu. Bedesten Meydanında ikram vardı. Osmanlı mutfağı ama Manisa Yemekleri ikram edilecekti.
Çok az daha yürüdük, aman yarabbi o ne meydan; Karşımızda uzun ve yüksekçe bir duvar, arkasında ki zamanımız binalarını gizlemiş, bırakmıyor bizleri zamanımıza dönmemize bir set gibi. Bir ucundan Alaca Hamam gözüküyor diğer ucunda
Cumhuriyet eseri Efendiler Kahvesi, ikram ve yardımcı hizmetler buradan karşılanıyor. Taş kaplamalı zemini, erguvan ağaçları, yer yer Osmanlı Lale tarhları ve gülü gülistan olmuş bahçesi ile şipşirin bir meydan.
Mehter duvarın önünde yerini almış. Yeniçeri Ağaları, Kul kethüdası, Beyaz Atlas’tan sancak, taşıması bile bir mesele rengârenk bayraklar, flamalar, sorguçlu bayrak direkleri, uzun kalpaklı Osmanlı yeniçerileri.
17.sinde Sultan Mehmedİstanbul’u alınca Fatih Sultan Mehmed.Şimdi Şehzade Mehmed 15 in de olmalı belki de şimdi.
Manisa Şehzadeler Şehri.

Konuklar toplandılar 200 kişi, mehter, bizler, bu da bir başka alem. Mehter hem çalıyor, hem söylüyor, ortalık inliyor.
“Ceddin deden, neslin baban
Hep kahraman Türk Milleti,
Orduların, pek çok zaman
vermiştiler dünyaya şan.”
Mehter davulcusunun havada daireler çizerek salladığı tokmaklar döverken davulu güm güm sesleri duvara çarpıp geri geliyor, zaman geri geliyor, sanki tarih canlanıyordu.
Meydanın dökme demirden aydınlatma direklerinin lambaları yanmış, akşam çökmüştü. Zil sesi toplantının başlayacağını duyuruyordu bizlere, meydanda ki misafirlere. Rüya âleminden gerçeğe dönmüştük derken, toplantının yapılacağı, gece aydınlatması ile.

MUHTEŞEM BEDESTEN. Anlatmayayım gelip görmeniz lazım.