Her şeyin bugünkü gibi keskin olduğu zamanlar, meselelerin en temel sorularına götürüyor bizi. Örneğin “İnsan neden yazar?” Neden, nasıl, niçin yazar? “İnsan ne için yaşar?” soruna kadar varır bu sorular…
Hayatımız boyunca sayısız şeye şahit oluyoruz… Ancak fizyolojimiz gereği her şeyi unutan bir yapıya sahibiz. Unuttuğumuz şeyler için bazen üzülüyor olsak da bu hayatımızı idame ettirebilmemiz için önemli bir mesele. İşte ben de herkes gibi öğrendiğim yeni şeylerle geçmişi unutuyorum.
Hepimizin hayatında kırılma noktası oluyor. En ufak bir şeyle bile değişebiliyor düşüncelerimiz. Ben de eski yazılarımı okudukça değişimi görüyorum. Bu değişimi detaylı bir biçimde görebilmek gerçekten güzel bir şey. Sadece bunun için bile yazılabilir ancak yazmayı tek bununla açıklayamayız.
İnsan birçok nedenden ötürü yazar. Yaşadıklarını, yaşamadıklarını, hayallerini, umutlarını ve daha nice sayamadığım sebeplerden dolayı yazar. Ancak bütün bunlar tek başına yazdırabilecek güçte değildir. Çünkü bu saydığım şeyleri çoğu insan yaşar ve bunları yazıya dökmez. İnsanı yazmaya zorlayan başka bir şey vardır. Herkes farklı şeyler söyler aslında yazmanın nedenlerine. Yukarıda bahsettiğim değişim dışında başka yazma nedenlerimin olduğunu söylemiştim. Bunu anlatmak istiyorum sizlere…
Yaşadığımız bazı zamanlarda sesimiz kesiliyor. Böyle bir durumda yazıya sığınıyoruz çoğu zaman. Düşüncelerimiz yazıya döküldüğünde bir eyleme dönüşüyor aslında. İnsan, düşüncelerini yazıya döktüğünde kendine itirazları, başkaldırması var. Bu özgürlüğe doğru bir adım aslında. Daha ötesi kendini aşıp ‘sorumluluk’ bilinciyle, topluma çevrilmek ve sesi olmak için emek harcamak düşüncesi bile yazmak için heyecanlandırıyor. Öyle durumlar oluyor ki bazen, bana kalırsa orada susmak yalan söylemek oluyor. Bu yüzden bizler ‘sorumluluk’ bilinciyle susmayacağız…
Belki de yurdumda olan bitenleri gözleyip onları yazıp toplumun sesi olmak benim için yazmanın cazip yönü... Bu yüzden iş işten geçmeden yazmanın vaktidir.
O yüzden hep yazmaya devam edelim!