Bir tanıdığımızı, dostumuzu, arkadaşımızı, komşumuzu, sevdiğimizi hatırlamak için çok birikimlerimiz vardır, hafızamızda belleğimizde saklı duran. O birikimler bir işlem yaparken, birşey söylerken, “o da böyle yapardı, o da böyle derdi” deyip anarız, onunla olan hatıralarımız canlanır.
Aramızdaki konuşmalarda geçen böyle söylemleri onun ağzından çıkış şekline göre telaffuz eder rahmetle anarız. Annem ile bu konuda çok müştereklerimiz vardır. Rahmetli böyle derdi şöyle derdi diye anarız. En çok da telefona dalmışken bize şöyle “Bakmayın şu merete, gözleriniz bozulacak.” Dediğinin taklidini yaparız.
Manisa’mızın Çarşısı ile çok meşgul oldum. 1994 yılında kentsel sit olarak ilan edilmesindeki komisyonda çalıştım. İyiki de korumaya almışız o yıldan bu yana fazla tahribat olmadan günümüze kadar geldi. 1919-1922 yılları arası Yunan İşgali sonrasında yunan bozguncuları kaçarlarken yakıp yıktıkları şehrimizde, çarşının ticari potansiyeli sebebiyle hem mal hem para yönünden yağmalanmasının ardından tüm dükkanları ateşe vermişlerdi. 1922’den sonra Çarşı, yeni baştan inşaa edildi. Şimdi kentsel sit ile korumaya çalıştığımız çarşı bu çarşıdır., yani 90-100 yıllıktır.
Aslında, çarşı ile yaşamım ilkokul çağında Rahmetli Babamın Taşçılar Mescidi’nin yakınındaki kunduracı dükkanındaki çıraklığımla başladı. Okumayı öğrendiğim o yıllarda her şeyi okumaya çalışırdım. Şimdiki gibi yollarda afiş reklam gibi panolar olmadığı için dükkan tabelalarını okumaya çalışırdım. Babamın ‘Kunduracı İslam Açıkdil’ yazılı tabelasını çok sık okurdum ve uzun yıllar o tabela hiç değişmemişti.
Babamın yanında çalışan kalfalarının beni hoş tutmalarından dolayı dükkanda çıraklık yapmayı çok seviyordum. Bir de babamın müşterilerinin ısmarlama ayakkabıları alıp giderlerken bana bahşiş vermeleri bu sevgiye ayrı bir renk katıyordu. Ayakkabı malzemesi bağcık, küçük camcı çivisi denilen ama ayakkabıcılıkta monte çivisi olarak adlandırılan monte çivisi, çila, keten ipliği, balmumu bu takım şeyleri tacir tabir edilen ayakkabı malzemeleri satan dükkanlardan koşarak gider alırdım. Deri kösele gibi ana malzemeleri babam toptan alırdı.
Çıraklıkta iki görevim vardı ayakkabı yüzlerini diken Rahmetli Makinacı Hilmi Usta’ya ve malzeme almak için tacire gitmekti. Makinacı Hilmi Abi’ye gider “Amca bizim ayakkaplar oldu mu?” demem onların hoşuna gider lise talebesiyken arada bi ona uğrar bizim ayakkaplar oldu mu diye gülerek söyler bana çocukluk çıraklığımı anlatırdı.
İkinci işim ise tacirlerden ayakkabı için gerekli malzemeleri almaktı. Babam beni tacire gönderirken “Önce Tacir Hakkı’ya bak yoksa diğerlerine git” diye tembihlerdi. Yaşım biraz daha ilerlediğinde anladım, Hakkı amcada fiyatlar daha uygun hesaplı olduğu için babam beni ilk oraya gönderiyormuş. Ben de Hakkı amcaya gitmeyi severdim. Güler yüzünden olsa gerek. İşte Hakkı amcayı hatırlatan geçenlerde kullandığım bir kağıt parçası oldu. O zamanlarda kağıt kıymetli ama çarşı pazar bakkal dışarıdan alınan herşeye yine kağıt kullanılırdı. Naylon poşet değil naylon diye bir kelime kullanılmazdı, böyle birşey yoktu tabii, olmaz olaydı keşke.
Naylon deyince: Bi, Almanya’ya işçi olarak gidenlerin tatil için Türkiye’ye gelirlerken akraba ve dostlarına getirdikleri naylon kadın çorabı bir de gömlekler naylondu. Yıllardır pazen, pamuklu ve evlerde dokunan şile bezine benzer daha kalitelisi olan Manisa Bezi’nden dikilen gömleklerimiz vardı. Almanyadan gelen naylonlu gömlekler bir anda benimsenmeye başlamıştı. Şimdi bu bezlerden, pamuklu giyeceklerden bulmak hem zor hem daha pahalı. İkincisi; bir de şarkı vardı. 1950’li yıllarda şarkı oldu deniyor ama uzun zaman dilden düşmedi, şimdi hala güncel “Bu akşam da dışarıda yiyelim hayatım.”
“Ayva sarı olacak, evde darı olacak
evlenmeyin bekarlar, naylon kızlar çıkacak.
Ayva turunç narım var, ne derdim ne zarım var
evlenip ne yapayım, aklımdan ne zorum var.
Evlenmenin masraflı, başlık parasının ödenemez olması kız kaçırmalar bu yüzden arttiği yıllarda bestelenmiş olabilir.
Naylon poşet ne zaman icat edildi hatırlamıyorum ama kağıt, o gelene kadar en makbul ve kıymetli bir malzemeydi. Eskimiş defter, kitap sayfaları, gazete kağıdı, atılmaz koparılıp koparılıp kullanılırdı. Rahmetli babam, yollarda koşar gibi giderek “Gazte gazte, son havadisler” bizim dükkana yaklaştığında “Tercüman geldi.” diyerek gazete satan Cavit amcadan, her sabah Tercüman Gazetesi alırdı. Ben de bu eski gazete kağıtlarından hamurla yapıştırarak yaptığım kese kağıtlarını mahalle bakkalımız Bakkal Ahmet’e satardım.
Nihayet sadede gelebildik. Tacir Hakkı Amca, eski defter sayfasının ucundan bir parça kağıt koparır, şöyle bir ucunu içe büker ters piramid haline gelen kağıdın içine terazinin kefesinden tarttığı monte çivilerini buraya boşaltır piramidin tabanını içe doğru bükerek dökülmesini önlerdi. Geçenlerde birkaç ilacımı yanıma almam icabetti. hemen oracıktan kopardığım kağıt parçasını Hakkı amcadan öğrendiğim gibi büktüm cebime koydum. Çok pratik bir çözüm, içine koyduğunuz her ne ise kolay kolay dökülmez tavsiye ederim. Tavsiye ederken de öğretirim. Ama patent hakkını Hakkı amcadan aldıktan sonra.