Kırmızı ışık, aydınlatmadan ziyade, anlamı geniş bir ikaz edicidir. Fiziken ışığın olmadığı benzetmelerde de kullanılır. Kırmızı ışık bir göstergedir ölçüttür aynı zamanda derecelendirmedir.
Kırmızı ışığı ışık olarak değerlendirdiğimizde alarm olarak kullanılır, müstehçen bölge olarak kullanılır, yasaklı bölge olarak kullanılır. Trafikte kullanıldığında araç ve yayalar için hareketlerini durdurma özelliği vardır. Durmadığınız veya duramadığınız takdirde çeşitli kazalara hatta sonucu ölümle biten olaylara sebep olunur. Bu duramamanın en sade ve ete kemiğe dokunmayan varyasyonu “Kandralı sen de dur” uyarısıdır. Bu uyarı her ne kadar ete kemiğe dokunmasa da insanın hislerine dokunur rencide eder. Rencide olmadığını kanıtlamak için kimse üstüne alınmaz, trafik polisi “Nereye gidiyorsunuz?” diye ısrar edince “Eltimgillere” demek işi alaya almak beceriksizliğinde espriye boğmaktır.
Kazaya uğramamak veya ufak tefek sıyrıklarla atlatmak suretiyle kırmızı ışıktan sıyrılınabilinir, “Eltimgillere” deyip hafif yüz kızarmasıyla utancımız geçiştirebilinir, polisin ısrarıyla ceza ödeyip atlatılabilinir.
Ama. Ama eğitimsiz bir toplum olarak atlatılmaz, cahil toplum olarak yüz kızarması silinmez, modern toplum olarak asla kabul edilmez, çağdaş ve medeni toplum olarak gelişmiş toplumlardan çok gerilerde sıralandığımızın grafiksel tablolarda çerçeveyi delecekmiş duran bir çıkıştır. Hele bir de kırmızı olmasın bu grafik gösterim, hele hele işaret lazeri kırmızı nokta olmasın.
O gevşeklik çerçeveden dışarı, biz zevzeklik masanın altı.
Geçmedik kırmızıda ama kıl payı farkın foto finişle tespit edilmiş anı gibi illa bir adımla kaldırımdan aşağıdayızdır, sarıda geçmek dürtüsüyle. Oysa ne sürücüler var, telefonla oynarken yayaların hele kaldırımdan aşağıda duranlara dalıpta dağıtanlara haberlerde, “Direksiyon hakimiyetini kaybeden sürücü” diye yaftalanır. Bu yaftalamanın cezası arka kapıdan salınıverilmektir. “Telefonla mesajlaşırken” dense müebbet olup kapıyı bulamayacaklar cezası vardır.
Arabanın önüne atlayıp geçenlere inat, kırmızı ışıkta beklemek aptallık addedilir diğeri uyanıklık. Bir de telefonu kulağında aheste geçiyorsa kürekleri, mehtaba dalıvermek romantikliğinde olanlar podyumda salınıyor edalarıyla sürücüye dönüverip bakış atmak ile diziye oyuncu seçiliyor sanırsınız.
“Yuh üstüme çıksaydın” diyenlerin nereye çıkacakları; sağdan gelen ikinci şeritteki arabanın ön kaputuna, spilden inen aracın kardan adamı gibi yapışır kalır. İşte bu anda; bekleyen eltisi, soluğu ya karakolda ya hastane koridorunda alır.
Bazıları: Işık hala kırmızı, delil karartılmamış! Aracın camına vurur “Aç ulan” diğeri başarısız talebe gibi parmak kaldırıp ışığı gösterir. “Başlatma ışığına,” diyen dayıyı bir başka dayı ensesinden kaputa, okeye dönenin ıstakaya çaktığı gibi yapıştırır, bi anda alkış dalgası yayılır ve ışık yeşile döner. Perde.
Manolya Meydanı: Bu konuda tam bir Universal film stüdyosudur. Kavşağın dört yanında trafik ışıkları, bekleyen beklemeyen renk körü insanlar bir araya gelmişlerdir. Geçmek isteyeni kolundan tutan arkadaşı ve donk diye bir ses efekte. Ötede bi başka sahne: Koşarak geçmek isteyen braveheart Mel Gibson, araç sürücüsü direksiyona yapışmış Jason Statham biri kılıç kalkan diğeri lastik yakan, artık Allah ne verdiyse, et bi tarafa kemik bi tarafa mezbahaya dönmüş cadde. Koşan, kaçan, bakıp duran donmuş insanlar, elde çocuk arabası, gözler açılmış faltaşı.
“Stop stop olmadı baştan alıyoruz.”