Karşı sırada yine dere kenarından kırmızı köprüden yukarı çıkan yolda İzmir Caddesi köşesinde ve üst yola kadar yenilenen evleri bir sokak ötede yıllardır aynı duran sıraevler Sinanbey Mederesesi’ni sarmalamıştır. Üst köşede tek katlı basık, basit, dereye bakmaya dayanamayacak kadar gücü dahi olmasa da ama bi o kadar tarihi bilgisini içinde saklayan yıllardır avcılar kahvesi olarak kullanılan yapı tescilli olup dokunulmamıştır. Pazar günleri; avcı üyeleri, genç yaşlı müdavimleri köpekli, tüfekli, yelek, şapka, özel kıyafetli halleri ile Sinanbey Medresesi’nin bekçileriydiler. Av günleri burada tayin edilir güzergah seçilir sabah erkenden içilen çaylardan sonra av mahalline doğru yola çıkılırdı. Bu kulüp üyeleri avdan ziyade spor amaçlı bu işi yapmaktadırlar. Kuş ve tavşan avlayanı az olmakla birlikte ürünlerine arazilerine zarar veren domuzlar için köylülerin daveti üzerine domuz avına giderler.
Kahvenin karşısında tuğla kemerli köprülerin ustasının yetiştirdiği kalfasının yapmışı gibi duran küçük dar köprü. Küçük olmasının yanında kahvehanelerin önündeki İzmir Caddesi’nin alternatifi olduğundan çok çalışır, gelene geçene üstünün iri, eğri büğrü Arnavut kaldırımının kabası kocamansı taşlarla kaplı olmasına rağmen vazifesi kutsaldı, derenin iki yakasını! birleştiriyordu.
Bundan sonra yukarıda bir köprü daha vardı bunlar harmanda sanki savrulan taneler misali dere üzerine savrulmuş her sokak bağlantısını sağlayan zamana meydan okur vaziyette tane ile samanın özdeşleştiği gibi dere ile birlik olmuş geçit vermeye direnen dağ suyuna inad, kahramanlardı. Duruşları efsane olsa da varlıkları yaşadıklarının ispatıydı. Bu kahramanlar o kadar sık ve derenin üzerinde kemerleri ile hala ayakta dururken bu köprü ayrıca daha bir kutsal görevi üstlenmiş İvazpaşa Camisi’ne giden cemaati karşıya geçirdiği için uhrevi önemi vardı. Bu kadar köprünün bir arada olması, bir başka deyişle uygulamalı köprü mektebinin şantiyesi gibiydi. Caminin karşısında Yakup Kadri Karaosmanoğlu, okuduğu ilkokulunu anlatır.
MANİSA FEVZİYE MEKTEBİ İPTİDAİSİ (Fevziye İlkokulu)
Manisa'mızda bir zamanlar ikamet etmiş olan ünlü yazar Yakup Kadri Karaosmanoğlu'nun ilköğrenimini yaptığı bu okul, bugünkü Manisa "KARAKÖY KÖPRÜSÜ"nün doğusunda ve cadde üzerine rastlayan bir yerde idi.
Yakup Kadri'nin çocukluk yılları ile ilgili anılarını anlattığı "Anamın Kitabı" isimli eserde yazarımız bu okula ait olaylara genişçe yer vermiştir şöyle ki ;
- O dahi (Mektep müdürü ambarcı Hüseyin) Bevvap(okul hademesi) gibi bizim ailenin eski mensûplarındandı.Hatta taşıdığı "Ambarcı" lakabı da ona bir vakitler Karaosmanoğullarından birinin çiftliğinde ambar kâtipliği etmesinden kalmıştı.
Resmi adı "Fevziye Mektebi iptidaisi “olan bu okula "Ambarcı'nın Mektebi" de denilirdi. Hatta bu okul mimarisi itibariyle de bir ambarı veya bir siloyu andırırdı.. Etrafı demir parmaklıklarla çevrilmiş bir geniş avlunun ucunda dört köşe taştan bir binâ idi.İki yüzü avluya diğer iki yüzünden biri de sokakla çaya bakardı..
Yer yer yıkık setleri ile 3-4 metre derinliğindeki taşlık yatağı içinde, kâh bir çağlayan gibi uğuldayarak, kâh kara kışın buzları ile örtüldüğü vakit, sesi kısılarak dağdan ovaya doğru o sokak senin bu sokak benim bütün kasabanın varoşları boyunca kıvrıla kıvrıla akıp giden bu çaya ben pek yakın bir ilgi ile bağlıydım. Çünkü mevsimlerin değiştiğini bana hep o haber verirdi…
Karşı karşıya olmasalar da okuldan çok eski zamana tarihlenen Manisa’nın binbir camisinden biri:
Yivli minaresinin gövdesi kırmızı tuğladan, üzerine prova ile yapılmış boyuna posuna uygun şehzadeler sarayının gözde hatunu haliyle elbise gibi endamını ortaya çıkaran tuğlalar ibrişimle nakış gibi işlenmiş desenini, yivinin bittiği yerden şerefeye doğru uzaklardan gösterirken, şerefeden sonra petek dediğimiz bölge belki yivli olmasa da tuğla olması muhtemel kısmı tamirden sonra sıva ile kapatılmıştı. Eski fotoğraflarında, mukarnaslı şerefe altının korkuluğa doğru devamında anlaşılır bir şey gözükmez, hatta yıkılmış, yerine demirden bir korkuluk yapılmış o da demirci ustasının sıcak demiri eğip bükerek yaptığı kıvrımlı işlemeliydi. Şimdilerde aslına uygun restorasyonu yapılmıştır. Külah denilen üst üçgen bitimli kısmı alışılagelmişin aksine mevlid kandilinde yakılan kandil mumlarının işlemelerini andırır. En üst noktasında alemi, ay figürü kandil mumunun askılığı gibi durmaktadır. Zamanımın minaresi sözde restorasyon ile alıştığımız haliyle yenilenmiştir.
Yakınlaşınca kemerlerde, duvarlarda, silme ve revaklarda tuğlanın her türlüsü; dik, yatık, yamuk, şekilde sıralanışlarıyla bir desen çizen tuğla ustasının, tuğlaları raksettirmesiydi. Uzaktan kûfî yazı gibi dizilmiş gözüken bazı tuğla desenleri yakından, pencere kemerlerinin hemen üstünde bir başka ustanın mahareti kendini gösteriyordu. Bu camide bir ustanın birden fazla kalfa ve çırağının maharetleri, kendilerini ustaya ispatlamaları, takdir belki de icazet almaları için gösterdikleri gayretlerinin bir ifadesiydi. Bazı ustalar tuğlanın şekilli duruşları ile, cami penceresinin lokma demir parmaklıklı dört kenarında ki söve taşına işlenmiş figürleri ile daha bir zengin göstermenin hevesindeymiş… DEVAM EDECEK.