Tam sizlere Paris’i anlatıyordum ki o korkunç felaketi yaşadık. Ben de yazılarıma bir süreliğine ara verdim. Ne tesadüftür ki; Fransa’nın o münasebetsizlik ve saldırganlıkla ünlü dergisi o günlerde o korkunç felaketi alaya alan bir karikatür paylaştı. Neyse ki; Faslı animasyon sanatçısı Ebrar Sabbah o münabetsizin karikatürün üstüne yaptığı animasyonla ona haddini bildirdi. Biz de durur muyuz tabi hemen klavyemize davranıp haddini bildirdik. Ardından da geçen hafta itibariyle tekrar yazılarımıza başladık. Bugün ise tekrar seyahat yazılarımıza kaldığımız yerden devam ediyorum.

 Paris’teki üçüncü günümüzde aslında kendi başımıza ünlü Sacre Coeur basilikasının yer aldığı, ressamlar tepesi de denilen Montmartre tepesini gezecektik. Ancak öncelikle halletmemiz gereken bir konumuz vardı. Yılın ilk günü olması sebebiyle trenlerde yer bulunamayabilir Köln’e gidişimiz aksayabilirdi. Sağ olsun Mustafa bey işi olmasına rağmen bizi yalnız bırakmadı ve Gare de l’Eest’den (Doğu Garı) biletimizi aldık. Yoğunluk nedeniyle otomatların başına da görevli koymuşlar, böylelikle gişelere gitmeden biletimizi kolayca aldık. Şansımıza bizim otomatın başındaki görevli Türk’tü, sayesinde en uygun fiyatlı bileti aldık.

 Biletimizi kolayca halledince Mustafa bey biraz daha vakti olduğunu söyleyerek Montmartre’ye de birlikte gidebileceğimizi belirtti. Bu arada o hain Charlie Hedbo paçavrasının ofisi önünden de söylenerek geçtik. Kısa bir süre sonra hakkında yazı yazacağımızı nereden bilebilirdik ki? Montmartre oldukça yüksek bir tepe ve Paris’i yukarıdan görebiliyorsunuz. Nefes nefese Sacre Coeur Basilikasına ulaştık. Aslında funiküler de çalışıyormuş ama Mustafa bey bizi kestirme merdivenlerden çıkardı. Muhteşem bir yapı bol bol fotoğraf çektik. Hemen her dilin konuşulduğu, her milletten turistin bulunduğu bir yer Montmartre. Tabi çoğunluğu siyahi mülteciler de hediyelik eşya tezgahlarıyla renk katıyor tepeye. Basilikanın arka tarafında ressamlar tezgah kurmuşlar kısa sürede resminizi yaparak teslim ediyorlar. Etraf şık restoranlar ve kafelerle dolu ama aşağıdakilere göre fiyatlar biraz pahalı. Aşağı indikten sonra bir şeyler atıştırıp ayrıldık Mustafa beyden.

Sonra ver elini ünlü Şanzelize (Champs Elyses) bulvarı. Paris’e gelip de burayı görmeden dönen yoktur. Üzerine şarkılar, şansonlar yazılmış, filmler çevrilmiş benim gördüğüm dünyanın en geniş bulvarı. New York caddelerinden bulvarlarından bile geniş. En lüks mağazaların, aklınıza gelen en çok bilinen markaların amiral gemilerinin bulunduğu yer. En lüks, en pahalı restoranlar, kafeler, barlar, burada. Birçoğuna rezervasyonsuz gidemiyorsunuz, hatta bazılarında kıyafet zorunluluğu var. Menüsünde bilinen özelliği olan bazı restoranlarda rezervasyon yok ama kapıdaki kuyrukta en az yarım saat bekliyorsunuz. Hani Avrupa bizi kıskanıyor, kuyruklar var ya! Bizde ucuz et, halk ekmek kuyruğu varken onlarda pahalı escargot (pişmiş salyangoz), en pahalı et lokantalarının kuyrukları var, birçoğu da michelin yıldızlı. Tabi biz buraları teğet geçip bütçemize uygun bir kafe bulvara girdik. Orada da boş masa yok ama biz girerken bir masa kalkıyordu, karşılayan hanımefendi de bizi o tarafa yönlendirdi.

                Dünya çok küçük, Paris daha da küçük, Şanzelize de Paris’e gelen herkesin uğrak yeri. Hal böyle olunca güzel tesadüfler de oluyor. Tam teşrifatçı hanımın yönlendirdiği masaya yönelmiştik o masanın yanındaki masadan bir ses yükseldi: “Naci gel burası boş”. Sırtı dönük ben onu görmüyorum ama o karşısındaki aynadan beni görmüş ve seslenmiş. İzmir Maarif Kolejinden sınıf arkadaşım Ataman Güneri, İzmir’de KBB profesörü. Turla gelmişler yılbaşını geçirip döneceklermiş. Ben oldum olası turları sevmem zira herkesin ilgi alanları farklı olabilir ama sen ilgi duymasan bile programa uymak zorundasın. Uçak biletlerini en uygun olanlarından seçer, otelleri de birçok farklı uygulamalardan en iyi konum ve fiyat uygunluğu olanı tercih ederim. Kent içi ulaşımı da günlük veya birkaç günlük kombine kartlarla sağlarım. Bazı büyükşehirlerde bu kartlar otobüs, metro, tramvayın yanı sıra bazı müze ve kültürel etkinliklerde ücretsiz veya indirimli giriş de sağlıyor.

                Kafe bulvarlar restoranlara göre nispeten daha ucuz yerler. Brasserie tarzında hizmet veriyorlar, uzun oturma yerleri değil. Zaten masalar da uygun değil iki kişinin oturabileceği büyüklükte sadece tek bir tabak ve bardağın sığabileceği küçük yuvarlak masalar, yandaki masaya da neredeyse bitişik, tabi örtü de yok. Fastfood tarzı yiyeceklerin yanı sıra, ızgara ve tavada hazırlanmış et, balık, tavuk ürünleri, pizza, makarna, muhtelif pasta ve tatlılar, çeşitli çay ve kahveler, soğuk içecekler, meyve suları ve hafif içkilerin servis edildiği yerler buralar.

Arkadaşlarımızla hatıra fotoğrafı çektikten sonra vedalaşıp Şanzelize turumuza devam ettik. Ünlü parfüm markalarının merkezlerini de gezdik. Türk Lirasının değeri kalmadığı için fiyatlar anormal pahalı ama Paris menşeili ürünler gene de Türkiye’deki bilinen parfümerilerin fiyatlarına göre ucuz. Üstelik mağaza içindeki ofislerde vergi iade faturası düzenleyip anında ödediğiniz KDV’sini size iade ediyorlar. Tek yapacağınız şey AB ülkelerini terk ederken faturayı gümrükte onaylatmak ve zarfı hava alanındaki posta kutularından birine atmak. Bu işlemi üç ay içinde yapmazsanız geri ödedikleri KDV tutarını kayıtlı kredi kartından tahsil ediyorlar.

Yılbaşı öncesi olduğu için Şanzelize inanılmaz aydınlıktı. Binalar, oteller, duraklar, refüjler, ağaçlar, direkler, her taraf ışıl ışıl aydınlatılmıştı. Doğrusunu söylemek gerekirse Dior, Channel, Versage gibi markaların binaları bizim sarayın aydınlatmasıyla da yarışır durumdaydı.

Şanzelize’nin gündüzü ayrı gecesi ayrı güzel. Öğleden sonra geldiğimiz bulvardan akşamın geç vaktinde ayrıldık. Kurumsal mağazalar yavaş yavaş kapanmak üzereydi. Mağazalar kapandıktan sonra da restoranlarda, gece kulüplerinde ve ara sokaklarda eğlence hayatı sabahın erken saatlerine kadar devam ediyormuş.

Biz öğle yemeğini geç yediğimiz için akşamüstü kafe bulvarda yediğimiz pasta ve içtiğimiz kahveyle yetindik. Otele giderken de yakınımızdaki, ülkemizde de yaygın olarak bulunan ünlü marketten aldığımız meyvelerle akşam atıştırmasını odamızda yaptık. Hem sağlıklı hem de ekonomik takıldık. Marketten söz etmişken biraz da fiyatlardan söz edelim. İthal muz, mango, ananas, avokado gibi tropikal meyveler ve et, süt Türkiye’den ucuz. AB ülkelerinin ürünleri, Valencia portakalı, İtalyan domatesi neredeyse aynı fiyat. Elma, armut, patlıcan, biber, hıyar bir tık pahalı. Ortalama ücretler, asgari ücret, alım gücü dikkate alındığında doğrusu bu fiyatlar çok ucuz. Türkiye’nin de tek haneli enflasyona ulaşması, döviz kurlarının makul seviyelere gelmesi ve hayat pahalılığının durmasını dört gözle bekliyoruz. Çare var mıdır? Vardır! Özellikle tarım ve hayvancılık desteklendiğinde çözüm çok kolaydır.

Ertesi gün Paris’in kültürel yerlerini gezmeye devam edeceğiz. Kalın sağlıcakla…