Hayat uzun ve ayrımları olan bir yol gibi. Uzunluğun derecesi çoğu zaman bize aittir. Bazen kısa yollar, ara yollar varken yolu uzatan biz oluruz. Bazen göremeyiz, bazen de görmek istemeyiz bu yolları. Çok kısayken uzatabiliyoruz; seçemiyoruz, seçmek istemiyoruz… Bazen öyle bir ayrıma geliyoruz ki orada kolayı seçip aslında daha kısa olan yolu seçmek varken bilmediğimiz, daha önce gitmediğimiz diğer bir yol bize çok cazip gelir. O yol ayrımındaki ruh halimiz, o an ne için orada olduğumuz, bazen de sebebini bilmediğimiz isteklerden dolayı bu yollardan birini tercih ederiz.
Yol ayrımları bizi ve hayat sürecimizi farklı yollara, durumlara ve insanlara ulaştırır. Her ayrımda başka bir sonuç veya süreç bizi bekler. Bazen hangi yolun nereye gideceğini, bizi hangi durumlarla baş başa bırakacağını tahmin ederiz. Bazen de öyle bir noktaya geliriz ki nereye gideceğimizi, yola çıkıp çıkmayacağımızı bilemeyiz. Bu bilmek istememekten öte, gerçekten bir bilinmemezlik ve çaresizlik halidir.
İşte bugün tam olarak kişinin içinde bulunduğu bu noktayı konuşacağız: Kararsızlık.
Kararsızlık; kişinin kendi duyguları, düşünceleri, inançları, kişisel yaşantısı doğrultusunda var olan seçenekler içinden bir tercih yapamama, plan yapamama ve harekete geçememe halidir basit bir dille. Kararsızlık eşittir hareketsizliktir diyebiliriz.
Kararsızlık denilince de aklıma hep Buridan’ın eşeği gelir:
-Hem aç hem susuz olan bir eşek, kendisinden eşit uzaklıkta bir yere konulmuş olan su ve saman balyası arasında bir türlü karar veremeyip hem açlıktan hem susuzluktan ölür.
Hikâye kısaca bize ‘’en kötü karar bile kararsızlıktan iyidir’’ mesajını vermektedir. Kararsızlık bizi, verilebilecek olan en kötü karara yöneltebilir.
Kişi bazen gülük hayatında; ‘’akşam ne yapsam, bugün işe giderken ne giyeyim, elbisemi mavi mi alsam yoksa kırmızı mı alsam vs.’’ gibi soruların cevabını veremez/vermekte zorlanır.
Neden kararsız oluruz?
*Kararsızlığa neden olan en büyük etken kişinin kendini tanıyamamasıdır. Neyi sevdiği, neye ilgi duyduğu, kendini neyin mutlu edeceğini bilememesidir. Kendimiz hakkında emin değilizdir.
*Bir başka açı ise kendimizden çok çevresel faktörlerdir. Bir kıyafet almak istenildiğinde aynaya baktığımızda ‘’çok beğendim, bunu kesin alıyorum’’ gibi bir durum söz konusuyken daha sonra ‘’acaba annem ne der, babam karşı çıkar mı, komşularımız beğenmeyip hakkımda kötü konuşur mu vs.’’ gibi düşünceler belirir ve kararsızlık baş gösterir. Kişi tam bu noktada kendi ile çevresi arasına sıkışır ve bu noktada da bir kararsızlık yaşar. Seçmesi/tercih etmesi gereken bir konu ortaya çıkar; kendi istekleri mi yoksa aile veya çevrenin ne düşündükleri mi önemli?
*Kişinin kararsızlığının altında yatan diğer bir etmen eleştirilme korkusudur. Kabul görmek isteyen ve fazlasıyla yetersizlik duygusu barındıran kişi yapacağı tercih ya da alacağı kararla çevreden gelen eleştiri oklarının hedefinde olmaktan korkar. Bu korku kişiyi yine kendisiyle ve korkusu arasında kalarak kararsızlığa düşürür.
Napoleon Hill der ki ‘’Eğer başkalarının fikirlerinden etkileniyorsan, kendi fikrine yeterince güvenmiyorsundur.”
*Kişinin doğru tercihi yapma ve hata yapmama isteği de kişiyi kararsızlığa iter. Mükemmeliyetçi tavrıyla birlikte hangi seçenek sonucunda daha iyi bir sonuç elde edeceğini bilememe sorunsalı da kişiyi hareketsizleştirmektedir.
Kararsızlık kişiyi var olan konumundan her zaman geriye atar. Hedeflerine, hayallerine olan mesafesini arttırmaktadır.
Hayatta her zaman mükemmel seçimler yapmak olası değildir. Mükemmeliyetçi tavrın verdiği korku ve kararsız durum zamansal anlamda kişiyi yormaktadır. Mükemmel seçeneği aramak daha fazla seçeneğin oluşmasına neden olmaktadır. Dolaysıyla da kararsızlığı arttırmaktadır.
Seçimler noktasında soruları kişi kendine sormalıdır. Kişinin ne istediği çok önemlidir; bu yanlış veya mükemmel olmayan bir karar olmasa bile.
Gandhi der ki ‘’ Kararsızlık hapishanesinde mâhkum olunamaz, çünkü zaten bütün kapılar açık bırakılmıştır.”
Bir sonraki yazıda görüşmek üzere.