Merhaba sevgili okurlar… Bugün sizinle yaratıcılık üzerine konuşacağız.

İnsanlık var olmaya başladığı andan itibaren yaratıcılık insanın bir parçası olmuştur. İnsanların kendini bulma, kendisini inşa etme çabasında yaratıcılığın büyük bir önemi olmuştur. Yani aslında bizlerin hayatta kalma çabası yaratıcılığımızı ortaya çıkarmıştır.

Nasıl bir hayat yaşayacağımız bellidir. Doğarız,  büyürüz, büyürken belli başlı olaylar yaşarız. Okul kazanırız, meslek ediniriz, evleniriz vs. Ancak yaşadığımız hayatın dışına çıkarsak farklı deneyimler elde ederiz, öğreniriz. Yaşadığımız hayatın dışına çıkarsak farklı bir insan oluruz. Belli olan şeyleri değiştirmek bizim elimizdedir. Bizim yaptığımız tercihler belirler. Sıradan olup olmamak bizim tercihimizdir.  Bu yüzden gözlemleyip, farklı deneyimler yaşayıp, her şeye farklı bakış açısıyla bakmamız gerekir.

Değişimin, rekabetin, her şeyin hızla geliştiği dünyamızda karşılaştığımız sorunlara yaratıcı çözümler üretmemiz gerekir. Bu yüzden yaratıcılık günümüzde çok önemli bir yere sahiptir. Yaratıcılığın altında hayal gücü yatar. Hayal gücü bizi ileriye götürür, ufkumuzu açar, dünyaya daha geniş bir açıdan bakmamızı sağlar. Bu yüzden hayal gücümüzü sınırlandırmayıp, onu kullanmalıyız. Denemekten korkmamalıyız, hata yapsak bile o hatalarımızdan bir şey öğrenmiş oluruz. 

Yaratıcılık doğuştan olan bir şey değildir, yaratıcılığımızı geliştirebiliriz. Yaratıcılığı en yoğun sanat alanında görürüz.  Nihan Kaya’da “Yazma Cesareti”nde yaratıcılığı en kolay sanat üzerinden anlatabildiğimizi söylüyor. Bireyin hayatını ikiye bölen Kaya, onları yatay ve dikey hayat olarak adlandırıyor. Yatay hayat rutinlerimiz(para kazanmak, yataktan kalmak vs.) dediğimiz dış ve materyal hayat; dikey hayat ise yatay hayattan ayrı olmayan, ona bağlı olan onun aşağısında varlığını idame ettiren hayattır.

Sanat, felsefe, edebiyat aracılığıyla dikey hayatın farkına varabiliriz. Her şeyin yatay ve dikey tarafı var ama sanat eserleri çok daha keskin şekilde yatay ve dikeyin durduğu noktalarda duruyor. Örneğin bir müzeye giriyoruz, tablolara bakıyoruz ve sonrasında bir tablodan etkilenip duruyoruz aslında buraya kadar yaptığımız şey yatay eylem. Tablonun içinde dikeye açılan bir kapı gördüğümüz için durduk. Yani yatay varlığımız orda daralmak durumunda kaldı. Orda tabloya yoğun bir şekilde bakıyoruz renkleri, çizgileri daha iyi anlıyoruz. Bu yüzden yatayda durmamız gerekiyor.

Yatay ve dikey aslında zıt şeyler değillerdir ve birbirlerini besliyorlar bir nevi. Yukarıda anlattığım gibi dikey bir kapı açıldığı için yatayda durmak zorunda kalırız. Ancak resim sanatıyla ilgili değilsek daha yatay dururuz.  Sanatçılar bizim dünyamızla değil kendi dünyalarıyla bakarlar. Örneğin bir şair özgün tarzıyla kelimeleri öyle bir araya getirmiş ki, ölümsüz bir şiir meydana gelir. Sanatçıların plan kurmalarına ihtiyaç kalmıyor çünkü onlara birden ilham geliyor, ürettikleri şeyler aniden oluyor.

Yaratıcılık bizi cesaretli, denemekten korkmayan insanlar yaptığı ve bireye kendini geliştirme fırsatı verdiği için önemsenmelidir.