Dedem bu tarlayı Kocakumlar Tımarı’nda almasının başlıca sebeplerinden biri, bu bölgede o zamanlar Gediz Kıyısı mesire, piknik alanıymış. Geçmişte ürün pek para etmediği için gelirden ziyade seralık amacıyla almış dedem burayı. Tarladan bağ olması rahmetli Babamın Anamın gayreti, tek başlarına çalışmaları sayesinde oldu. Manisa’daki evimize uzaklığı, tam on kilometre.
Delice asma fidanları dikilip aşılanacak duruma geldiğimde Babam aşıları yapar Annem köstebek denilen aşıları korumak için toprağı iki eli arasında ovalayarak aşının üzerine serper ve aşı çubuğu örtülünceye kadar toprak, piramit şeklinde minyatür Tümülüs görünümünde kümbetler oluştururdu. Aşılar asma olup da üzüm vermeye başladığında yakın bağımızdan buraya, uzak bağımıza taşınıp yerleşmek vacip olmuştu. Sadece üzüm zamanı kalacak kadar ahşaptan sonra uzun kalabilmek için tuğladan teraslı bir dam yaptırdı Babam.
Gediz kıyısına kuş avlamaya gider abilerim de balık tutarlardı. Akşamdan atılan oltalar sabah toplanır Gediz’in balıkları olan Sazan Kefal yakalarlardı. Annem Gediz’e girmememiz için kırk kere tembihlerdi. Tehlikeliydi, hem yüzme bilmeyenler hem Gediz’in dibindeki Söğüt köklerinin girdaplar oluşturması ve hızlı akmasından dolayı tehlikeliydi. Gediz’e en fazla dizlerimize kadar girerdik o da takılan oltaları kurtarmak için.
Sarı, çamur renkli akmasına rağmen bir metre derinliğe kadar şeffaf ve temiz görünümü vardı. Bu derinliğe kadar testiler doldurulur suyu içilirdi. Bağlar, domates, pamuk tarlaları, sebze bahçeleri, meyva ağaçları Gediz kenarına konuşlandırılan motopomplar vasıtasıyla çekilen Gediz suyundan sulanırdı. Karık araları denilen bağ ve pamuk çızıları sebze fidanları arasındaki dar su kanallarında Gediz’in suyu berrak bir şekilde akardı.
Manisa’nın yaz sıcağı, Gediz’in verimli toprakları, sulandıkça artan bereketi lezzeti ile sofralarımız tatlanır, üzümlerimiz Tariş’e yollanır, pamuklarımız çırçırlanırdı. Hiçbir pamuğun beyaz rengi ve lif uzunluğu Gediz Ovası’nda yetiştirilen pamuk gibi değildir.
Gediz’in kıyısındaki karşılıklı söğüt ağaçlarının gölgeleri hızlı akan Gediz’e yansıdığında haşmeti bir o kadar daha büyürdü gözümüzde.
İlk çağlardan, beşbin, yıl öncelerine kadar uzanan tarihler boyunca Hermos (Gediz) Grabeni’nin bu bereketli toprakları, çeşitli insan topluluklarının, kavimlerin, Aiolis Antik Kentleri’nin, medeniyetlerin yaşamları bu grabende Hermos ovasında yıllarca süregelmiştir.
Sadece ekip biçen topluluklar olarak değil, Yörük dediğimiz göçebe köylüler kış geldiğinde Gediz Ovası’na, yazın da Murat Dağı’nın tepelerine yaylalara göçerler. (Bu Yörük Göçü bir gelenektir. Yıllarca sürmektedir, araştırılıp belgesel yapılacak zenginlik taşımaktadır.)
Medeniyetler Gediz boyunca yerleşir derken medeniyetsizler de zamanımızda yerleştiler. Kütahya, Uşak, Manisa yetmezmiş gibi İzmir Kemalpaşa arkadan dolanarak, ayrıca çok uzaklardan dereciklerinden çaylarından pissularını kimyasallarını, kimi sanayi atığını, kimi boyamada basma yağı, ıslatıcılar, Noniyonik, Anyonik kimyasalların bin çeşidi. Bunlar kumaş, battaniye, basma, tekstilde dericilerin krom tuzları, formaldehit daha farklı kimyasalların, büyük ve küçük sanayilerin alanlarının, ruhsatsız denetimsiz fabrikaların, köylerin, kentlerin akla fikre gelmeyenlerin hepsi boca Gediz’e. Yazın kurak günlerinde Gediz’in suyu akmaz akan bu kimyasallardır Gediz boyunda yetişen ürünler yazın yetişir, sulanır toplanır, yenir tüketilir, hastalıklar davet edilir.
Yazın çok insan bağda bahçede, denizde, yaylada, tatildedir. Yazın yenilen hurmalar! Kışın tırmalamaya başlar. Doktorlar tatilden dönmüş, hemşirelerin izinleri bitmiş, hastalıklarda oluşmaya başlamıştır. B Hastaneler dolar taşar. Sıra kuyruk gişeleri 15 tane, hepsinin ekranında 300 500 sıra numarası yazar. Bazı hastalıklar makine, röntgen, MR vs. gerektirir randevuları aylar sonrasına verilir. Torpiller tanıdıklar devreye girer.
Tedaviler muayeneden sonra bitmez tahliller istenir onda da kuyruk ne koridor yeter ne salonlar. Bir hastalıktan yakınırken kardeşleri, yandaşları, duyanlar da gelmiştir. Tahlillerden sonra ona ilaç, buna çare aranırken, küttt. Zavallının hiçbir şeyi yoktu daha dün beraberdik. Allah rahmet eylesin.
Oğlum şu domatesten bir kilo, patlıcandan da, erik kaça, şeftaliler tatlı mı, sivri biber acı mı? Bunları çarşı pazar sorarken hastalıklar da sıraya girer. Beni çağırıyor, yok hayır beni çağırıyor, diye.
Gediz’den akan kara sular kara tasalara sebep olur. Kara kara düşünür, karalar bağlarız.
Ama şu Gediz’in suyunu temiz akıtalım diye uğraşmayız şu karalar bağladığımız, sağlığımızın bozulduğu, hakka rahmete kavuştuğumuz ibretlik hallerimizi, çoluk çocuğumuzun baş ucunda hastane köşelerinde beklediğimizi, ameliyathane kapılarındaki endişelerimizi, avuç dolu ilaçları bir dikişte içmemizi, bugün iyileşsek de Azrail’in yanımızdan gitmediğini hiç görmeyiz.
Tüm bunları görmeyiz görmemezlikten gelir. Sağlığımıza otlarla çare arar, spor yapmaya çalışırız. Aptallıklarımızı kabul etmez, belgeseller çeker, yazılar yazar, haberler yaparız. Gediz’in kara sularına, kokusuna, çevre kirliliğine, ölü balıklarına, kimyasalların ürettiği böceklere, kurtlara, bakar ama görmezken, meyveye, sebzeye, yiyeceklerimizdeki hastalıklara kimyasal ilaçlar ile çözüm ararken yanlışa yanlışlar ekleriz.
Hastalıklı toplum olmamız bunlara bağlıdır. Bu kirli Gediz suları dereleri yeraltı sularına karışır. Kirli hava solur, kirli çevrede yaşarız. Kanserler, damar hastalıkları, sünnet gibi bypass olmalarımız bundandır. Böbrek yetmez, idrar tutmaz, akıl ermez, hastayken hasta olmalarımız bunlardandır.
A’raf Sûresi’nde: ﴾179﴿ Ayetinde. Bunların kalpleri vardır ama onlarla kavrayamazlar, gözleri vardır ama onlarla göremezler, kulakları vardır ama onlarla işitemezler. Onlar hayvanlar gibidir, hatta daha da şaşkındırlar. İşte asıl gafiller onlardır...
...Kezâ insanlığın var oluşundan âkıbetinin ne olacağına varıncaya kadar olmuş ve olacak şeyler üzerinde düşünüp taşınmaya ve bunlardan dersler çıkarmaya çağırılmıştır. Fakat âyet-i kerîmede de belirtildiği gibi: Allah insanlara gerçekleri, iyilik ve güzellikleri görme, işitme, anlayıp kavrama yeteneklerini vermiş olmasına rağmen öyleleri vardır ki onlar bu yeteneklerini yaratılış amacına uygun bir şekilde ve doğru olarak kullanmazlar.
İşte Kur’an, işte iz’an, işte iman, işte insan.