3 gün sonra 60 gün olacak. 57.günde çıktık sokağa. 65 yaş üstü askerliğini tam yaptı paralı maralı değil harbiden mi dersiniz, harbiyeden mi dersiniz, askerliği biliriz, “Sokağa çıkılacakkkk çık” komutunu alınca her 65 üstü komuta uydu hepimiz sokaktaydık.
60 gündür dolabın kapağını açmayan birisi olarak hanıma ne giyelim içeriye kışken girdik şimdi güneş var ama ne giysek acaba? Bir gömlek uzun kollu sıcak gelirse sıyırırım, kot değil kanvas pantolon, ince yelek, icabederse çıkarırım taşıması da kolay. İş ayakkabıda
iki aydır evde, bazen terlik, bazen yalınayak şapadak şupadak ayaklar iki numara büyüdü. Onu da hallettik sokak kapısına kadar geldim. Şöyle bir kafamı uzattım ürkek ve temkinli, zaten bu 65 üstülerin herşeyi temkinli seferberlik görmüş adamlarız. Amannnn cadde dolu ne çok yaşdaş varmış. Sağa mı sola mı demeden otopark istikametine yönlendik hanımla. Canı iki aydır koruduk sıra malda. Otoparka gittik, arabanın aküsünü doldurmaya. Eskiden hergün marşa bastığımız arabalarımız buna rağmen çalışmazdı. Bir marşta çalıştı. Korelileri andım. Adamlar virüste de başarılılar.
Gölge sokaktan Sultan Parkı’na doğru yöneldik. Büyük ağabeyim o sırada aradı parkta buluştuk. Parkın güzelliği, yeşillerin canlılığı, çimler bugüne kadar saçkıran hastalığı gibi kel kel olurdu. İnsan denen canlılar olmayınca boylu boyunca uzanmışlar sere serpe toprağa.
Biz 65 üstülerinin önemli bir özelliği de ağızları dualıdır, okuyup üflemeyi unutmazlar. Anadan babadan miras. Üç gün önce yağmur yağmıştı ağacı çiçeği çimi yıkamıştı yağmur, tertemiz tabiat trafik zaten azalmıştı karbon salınımı, egzos yok, bacalar çoktan
dumansız kalmıştı, yeşiller kendine gelmiş. Caddedeki ağaçlar dahil yemyeşildi her yer. Meğer bunları bize hazırlamışlar. 65 altı ne yani diyebilir. Ama işte böyle yani. Koşuşturmaktan onlar bunları görmezler bizim torunlardan başkalarını görmediğimiz gibi. Bu işler sırayla.
Neyse, Ulupark anacık babacık. Virüs adam arıyor vaziyeti. Caddeye indik, park solumuzda güneş de vurmuş yeşile, saydamlaşmış yapraklar, hüzme olmuş ışınlar. Yarı gölge bazen koyusundan, güneş olduğu yerde D vitamini dolusundan, ikisi de bize yarar. Gaza fazla mı
bastık ne, yorulmuşuz. Malta parkının karşısındaki parkta sabit oturaklar var, zabıta da mesafeyi ikaz ediyor, emniyetli yer deyip koyu gölgenin altında soluklandık. Kalkmak istemedi canımız, muhabbette var. Kimsede gizli saklı yok mesafeli olunduğundan koca
park herkesi dinliyor. Virüsün faydaları da var. Adam çekiştirmek yok, dedikodu yok, eline koluna dokunup dur bak dinle demek yok, bizde adettir gider gider durursun kaldırımın ortasında durduğun yerde anlatırsın o da yok.
Buldumcuk olmuştuk sanki herhalde sokağa çıkmadığımızdan. Bazen aval vaziyetinde baktığımız yerler oluyordu. Bir de ağızlar maskeli bazılarımızda coni şapkası kimse kimseyi tanıyamıyor. Gözüne kestirdiğine bakıyorsun birkaç adım geçtikten sonra dönüp selam veriyorsun. İlahi, aaaa hocam senmin gibisinden. Şu Allah’ın hikmetine bak dedim. Koyunlar yaylımdan sonra ağıla geldiğinde yüzlerce koyunun arasından kuzular analarını nasıl buluyor? Biz kırk yıllık dostumuzu acaba deyip tanıyorduk. Diyeceksiniz onlarda maske yok. Burada askerliğimden bir anı hatırıma geldi.
Kısa dönem üç ay askerlik yaptım. Bakiye kalmışlar dalga duman işimiz, üç ay da olsa sıkılıyoruz. Topçuyum, topçu olanlar bilir. Topbaşına komutu vardır. Talimdeyiz çavuş öğretti top başınayı. Komutanımız asteğmen denetleyecek, toplandık. Asteğmen komutu verdi
“Top başına” topa koşarken gûya herkes belli yere geçecek. Topun başında çarpışan, düşen kalkan, topa çıkamadık bile. Komutan bozuldu. “Çavuş topla kendi takımını” dedi çavuş kendi askerlerini topladı. Üstlerine numara yazılı yelekleri giydiler. Yani numaradan kasıt, numaraya göre topa yerleşiyorlar. Çavuş kendi eratına top başına komutunu var gücüyle bağırarak verdi. Eratın hepsi göz açıp kapayıncaya kadar topun üzerinde yerlerini aldılar. Asteğmen “Gördünüz mü?” Dedi. Ben “Komutanım onların üzerinde numara var onun için yaptılar” demiştim. Kaldırımların yoğun olduğu yerlerde yola çıkıp yürüyorduk. Hepimiz C-19’tan dolayı evde kalanlar olarak bir savaşın bir seferberliğin bireyleriydik. Gereğini yapmış, iki ay evlerde kalmış, talimatlara uymuştuk. Gereken sabrı göstermiştik. Sokaktaki bizler takım arkadaşıydık. Selamlaşıyor, maskeli hallerimize gülümsüyor, temas, mesafe, hijyen, maske, bilim kurulunun tavsiye ve kurallarına %100 riayet etmiştik. 65’in üstünden beklenen olgunlukta örnek vatandaş olarak yavaş, sakin, yaşananları olgunlukla karşılayanlar söylendiği gibi saat 15.00’te yine herkes evindeydi.
Yorulmuşuz, iki aydır bacaklar tutulmuş, yürümeyi unutmuşuz. Eve geldik. Banyoda kırklandık. Dinlenelim diye yattık, iki gün sonra kalktık. Her tarafımız et kırmış.
Adam sende, evde hayatın var olduğunu anladık. Maske yüzünde, ağzından verdiğin nefes, kokusuyla burnuna giriyor maskenin kokusu yetmezmiş gibi. Arada kaldırımlarda dezenfektan istasyonları var her birinden temizlen, yol boyunca onların nahoş kokusu.
Bizim yaşlı bir komşumuz vardı Melihanım teyze “Yeni evlenmiştim, Azmi oğlum arı ile karıyı gezdirmek lazım” derdi.
Allah rahmet eylesin Melihanım teyzeye. Anneler günü olmasaydı çıkmazdım. Bugün onların günü. Annelerimizi rahmetlileri yürüyüş boyunca konuştuk. Bizleri sevgiyle bağırlarına basmalarını, bizim için uykusuz geçen gecelerini, tüm güçlere göğüs germelerini,... unutamadığımız vefakâr tüm annelerin gününü kutlarım.
Siz 65 altı bakmayın yukarıda benim 65 üstü dualı mualı dediğime. Canımız kıymetli, şunun şurasında ne kadar ömrümüz kaldıki, boktan bir virüs belasına can verecek kadar enayi miyiz, efeliğin zamanı mı? Yaşlılığın onda onu virüsten kaçmak. Tedbirli olmak lazım,
nemelazım. Nolmaz nolmaz.