Yaz mevsimi sonunda bitti… Yazın o kıpırtılı hallerinden çıkıp, durgun günlere merhaba dediğimiz yeni bir başlangıç hissi veren Eylül ayına girdik.

Sonbahar… Yaşadığımız dört mevsimin en durgunudur. Adını bile telaffuz ettiğimizde, insana bir dinginlik verir. O yaz mevsiminin parıltılı hallerinin yanıltıcı olduğunu gösterir bize. O yazın renklerini sarı ve kahve tonları alır. Ne sıcaktan bizi bunaltır ne de üşütür… Sararmış yapraklar ve havada bir romantizm kokusuyla dört mevsimin en yaşanılası mevsimidir.

Çoğu insan sonbaharı sevmez. Çünkü kış soğuğu yaklaşır ve ne olduğu belirsiz bir hava vardır. Hüzün mevsimi denir sonbahara. Tüm hüznü ve kasveti hissederiz. Sizce de öyle değil mi? Yaz mevsimini eğlenerek geçirmek isterken, sonbaharda insanın hiçbir şey yapası gelmez. Eve kapanıp kahvemizi yudumlayarak yağmurun usul usul yağmasını pencereden izlemek isteriz.

İnsanı değişime zorlar. Yeni başlangıçların, yeni umutların yeşerdiğini en çok bu mevsimde hissederiz.

Sonbahar, şairlere ilham kaynağı olmuş, en güzel şiirlerin bu mevsimde hayat bulduğunu görürüz. Ne çok duyguyu barındırıyor değil mi sonbahar? Hüznü, kasveti, dinginliği, umuduyla….

Bize mutluluk mu getirecek yoksa keder mi burasını bilinmez ama lütfen yağmur yağsın bereketiyle… Böyle güzel havalara çok ihtiyacımız var.

Şairlere ilham kaynağı olmuştur demiştim… Bu yüzden size şairlerimizden Nazım Hikmet Ran’ın büyülü kaleminden bir şiirini bırakmak istiyorum:

“Çiçekli badem ağaçlarını unut

Değmez, bu bahiste

Geri gelmesi mümkün olmayan hatırlanmamalı

Islak saçlarını güneşte kurut

Olgun meyvelerin baygınlığıyla parıldasın nemli, ağır kızıltılar

Sevgilim, sevgilim, mevsim sonbahar…”