Sizin bugün okuduğunuz bu yazıyı yazmak için bilgisayarın başına geçtiğim gün 1 Mayıs 2023, emek ve dayanışma günüydü. Tüm işçi, emekçi ve dahi benim gibi emeklilere kutlu olsun. Tabi her yıl olduğu gibi bugün de Taksim Meydanı emekçilere kapalı. Şu ana kadar her şey iyi gidiyor, polis baskısı dışında çok şükür herhangi ciddi bir olay duymadık. Tabi bunda yaklaşan seçimlerin de etkisi var. Ben bugün 46 yıl öncesine gidip hafızaları tazelemek istiyorum. Hem de yeni nesillerin anlatacağım bazı olaylardan dersler çıkarması gerektiğini düşünüyorum.
1 Mayıs 1977 günü tüm yurtta 5 Haziran gün yapılacak milletvekili genel seçimleri için önseçim yapılıyordu. Ben de o seçimlerde ilk kez oy kullanacaktım. Ancak bir yıl önce AP Gençlik Kolları GİK üyesi sıfatıyla AP Büyük kongresinde oy kullanmıştım. AP tüzüğü ve önseçim yönetmeliğinde seçilmiş delegelerin yanı sıra büyük kongre delegelerinin de kayıtlı olduğu ilçelerde önseçim tabii delegesi olacağı hükmü vardı. Önseçim kararı alınınca o tarihte AP merkez ilçe 2. Başkanı olan Ersan Atılgan’a gittim bu hükmü hatırlatarak delege listesine eklemesini rica ettim. Rahmetli Ersan abi hem tüzüğü inceledi hem de 76 büyük kongre delege listesinde adımın olup olmadığını Koca Reis Sadettin Bilgiç’in yardımcılarından kontrol ettirip beni de delege listesine kaydetti.
Doğrusu önseçimde oy kullanmak çok daha değerli geldi bana. Zira vatandaşların oy vereceği listenin sıralanmasında benim de katkım olacaktı. Öyle de oldu önseçimde oy verdiğim milletvekili ve senatör adaylarının hepsi de seçildiler. Ne yazık ki; bugün biri hariç hepsi ahirete intikal etti. Babam, Demirci, Salihli ve Selendi’de liste başı çıkmıştı, diğer ilçelerden de hatırı sayılır oy gelmişti. Kısmetmiş seçildi; silah zoruyla çıkarıldığı yüce meclise millet iradesi ile yeniden girdi.
O gün sabah erkenden kalktık önce Ulupark’ta toplanan merkez ilçe delegeleriyle selamlaştık, sonra karşısındaki mezun olduğum Ali Rıza Çevik ilkokuluna giderek oylarımızı kullandık. Turgutlu, Saruhanlı, Akhisar gibi yakın ilçelere giderek delegelerle selamlaştık. Gitmesek de olurmuş Saruhanlı’da akrabamız Mazhar Şahin bey, Akhisar’da da baba dostları Nuri Giyik ve Abdullah Akboğa da babam için harıl, harıl çalışıyorlardı.
Bu kısa turun ardından Manisa’ya döndük, ziraat odası başkanı merhum Mümtaz Üncü’nün dükkanına uğradık. O özellikle köy delegelerinin nabzını iyi tutardı. İçeride 8, 10 kişi vardı herkes suspus olmuş, kimsenin ağzını bıçak açmıyordu. Belli ki kötü bir şey olmuştu. Sonradan öğrendik ki; Taksim’de İnterkontinental (şimdi The Marmara) otelinden miting alanına ateş açılmış. 5 kişi vurularak ölmüş, panikleyen halk da sağa sola dağılmış, Kazancı yokuşu girişinde park eden kamyonlar nedeniyle sıkışan onlarca kişi de kimi ezilerek kimi de nefes alamayarak oracıkta can vermişler.
Ajansı orada dinledik, ayrıntıları aldık ve maalesef resmi olarak 34 kişinin can verdiğini öğrendik. Babam 27 Mayısa gidilen günlerdeki olayları da anımsatarak, dış istihbarat güçlerinin Türkiye üzerinde oyun oynadığını ve otelden açılan ateşin faillerinin bulunamayacağını söyledi. Bunun halk arasında ayrışmayı, kutuplaşmayı, kin ve nefret duygularını körükleyeceğini ve darbe hazırlığı olma olasılığının da yüksek olduğunu söyledi. Çok kimse önemsemedi ama üç yıl sonra darbe gerçekleşti, “Our boys kazandı” denildi. Sonraki günlerde herkes çok iyi anladı ki faili meçhul kalan bu ve daha birçok olay yabancı istihbarat işiydi. Sokaklarda birbirlerine kırdırılan ülkücü ve devrimci denilen nice gençler heba oldu. Org. Bedrettin Demirel yıllar sonra verdiği bir mülakatta sıkıyönetimde yetkiniz olmasına rağmen olayları niye önlemediniz sorusuna “darbe için şartların oluşmasını bekledik” diye cevap verecekti. Belli ki dış güçler ve onların işbirlikçisi darbeciler için insan hayatının hiçbir değeri yoktu.
Ne yazık ki bu kafa ve ülkede sürekli ayrışmayı, kutuplaşmayı körükleyenler sayesinde bir türlü barışı, huzuru göremedi. DP-CHP diye ayrıştırdılar, solcu, sağcı, ülkücü-devrimci diye ayrıştırdılar, laik-anti laik, alevi-sünni, Türk-Kürt, diye ayrıştırdılar. Gencecik evlatlar pisipisine öldüler. Bir kendini bilmez de çıktı evladı fatihana Tito’nun torunları diyerek kafatasçılıkta sınır tanımadığını gösterdi.
Bu yazının yayınlanacağı gün de 3 Mayıs Türkçüler bayramı olarak kutlanıyor. Birileri çıkıp her yıl olduğu gibi örs üzerinde demir dövecek, nutuklar atacak ama Türk bayrağının adından rahatsız olanlarla aynı karede poz vermekten rahatsızlık duymayacak. Türk milliyetçiliğini de, her türlü milliyetçiliği de ayaklar altına aldık diyenlerle ortak olmaktan hicap duymayacak.
Sayın Kılıçdaroğlu düşüncesi, inancı, dünya görüşü farklı 6 lideri bir araya getirdi. 27 Mayısı da diğer bütün darbeleri de telin etti. Partisinin geçmişteki hatalarıyla yüzleşmekten çekinmedi. Merhum Menderes ve arkadaşlarının anıt mezarlarına defalarca giderek geçmiş husumetleri ortadan kaldırdı. Demirel’in öğütlerini dinledi şimdi uygulamaya koyuyor. Ben eminim yukarıda saydığım ayrımcılıkları, kutuplaştırmaları da sonlandıracak, tüm ulusu kucaklayacak partisinin değil 85 milyonun cumhurbaşkanı olacak.
Manisa mitingini TV’den izledim yerel gazeteci dostlarımdan, meydana hakim dükkan sahibi kadim dostumdan bilgi aldım. Kılıçdaroğlu kendini aşmış, şimdiden 85 milyon vatandaşımızı kucaklamayı başarmış. Meydandaki kalabalığın coşkusu da aynı şeyi söylüyor. Toprak ve Bayrak kırmızı çizgimiz derken de tam isabet adrese teslim taşları da gediklerine yerleştirdi. Eminim işgal edilen adalarımızı geri almak için her türlü adımı da atacak.
Bir arkadaşım gurup yorumun müthiş bir orkestra ve koro eşliğinde söylediği 1 mayıs marşını göndermiş. Müthiş bir orkestra, müthiş bir yorum ve müthiş bir melodi. Düşündüm de orkestra batı aristokrasisinin hatta kraliyet geleneğinin şaşalı bir ürünü, koro kilisenin ya da madrigal müziğin aracı, yorumcular sol entelektüeller, tarz burjuva tarzı ama işçilere ve emekçilere ithaf edilmiş güzel bir protest müzik. Senfonik tarz çok yakışmış. 12 Eylül öncesi sokaklar kan gölüne dönmüşken sol yumruklar sıkılıp bu marş söylendiğinde irite olurduk ama bugün bu tarzıyla keyifle dinledim. İşte çok kültürlü, çok gelenekli farklı ideolojide müzik tarzları bile bir araya gelip harika bir eser vücuda getirebiliyorsa. Çok fikirli, çok sesli, farklı dünya görüşlerine sahip siyasi hareketler de bir araya gelip müthiş bir orkestra gibi ülkemin saadeti ve refahı için neden el ele vermesinler?
Söz konusu vatansa gerisi teferruattır. Her şey, hür ve bağımsız, demokrat, sosyal bir hukuk devleti olmasını arzuladığımız bir Türkiye, huzurlu ve müreffeh bir toplum için.
Her şey gönlünüzce olsun…