Manisa’nın Adalet Partili son belediye başkanı Ersan Atılgan’ı da ebediyete uğurladık. Allah mekanını cennet eylesin. Ersan Atılgan ile benim ve ailemin de bazı kesişme noktaları vardır. Birincisi Manisa il gençlik kolları başkanlığından yaş haddinden ayrılma durumunda kalınca il başkanlığını rahmetli abim İbrahim Akın’a devretmişti. İkincisi rahmetli babam 1977 yılında, onun belediye başkanlığı seçiminde, Dilşeker mahallesinde rahmetli Ayhan Erkara’nın kahvesinde düzenlenen toplantıda, çok sevdiği hemşerilerinin kucağında, elinde mikrofonla ruhunu teslim etmişti. O seçim çok kritik bir seçimdi, 6 ay önce yapılan genel seçimlerde CHP tek parti döneminden sonra tarihinin en yüksek oyunu almıştı ve her tarafta Karaoğlan rüzgarı esiyordu. Nitekim o seçimde AP’nin birçok kalesinde belediye başkanlıklarını CHP kazanmıştı. Manisa’da ise biri hariç bütün ilçeleri ve merkezi AP kazandı.
Benimle olan münasebeti ise ben AP Gençlik Teşkilatı GİK üyeliğine seçilmemle başladı. Ersan abi Ahmet Katıöz’le birlikte Manisa’daki gençlere yol gösteriyorlardı. Manisa’da Merkez İlçe gençlik kolları kongresi vardı iki arkadaşımız Ahmet Karaşahin ve Ahmet Çayırlı adaydılar. Tüzüğümüze göre gençlik kollarında delege sistemi yoktu, kayıtlı bütün üyeler oy kullanabiliyordu. Nasıl olsa her ilçede 400-500 üyeden fazlası olmaz diye düşünülmüştü. Ancak rekabet o kadar hızlıydı ki eline tezkiye fişlerini alan, Yunt dağı senin, Hamzabeyli, Karaoğlanlı, Çobanisa, Karaağaçlı benim dolaşıyorlar yaşı otuzun altında kim varsa kaydediyorlardı. Tabi gittikleri yerlere de hareket geliyordu ama üye sayısı da 3 bini geçmişti. Biz de genel merkezden kalabalık bir heyetle gelmek için hazırlıklarımızı yaptık. Ersan abiyi aradım, “gelme” dedi. Durumu anlattı kongrenin karakolda bitebileceği imasında bulundu, belli ki o hengamede benim yıpranmamı istemiyordu. Şimdi DP Genel Başkan Yardımcısı olan Ahmet Okur tek başına gitti. Eski nikah salonunun alt ve üst salonları, fuayeleri, kapı önleri kapasitesinin üstünde dolmuştu. 3 binden fazla genç olduğunu her an istim üzerinde oldukları ve patlamaya hazır oldukları söylendi. Nitekim kısa süreli bir arbede yaşanınca kongre başkanlığını yürüten Ahmet Okur itirazlara rağmen kongreyi iptal etti ve kolluk kuvvetleri de güçlükle sükuneti sağladı. 6 ay sonra tarafları uzlaştırdık, tek adayla kongreye gittik, yaklaşık 500 kişinin katıldığı güzel bir kongreyle Mustafa özeri başkan seçtik.
DYP kurulurken Ersan abi uzak durdu. İlk ciddi sınav olan 86 ara seçiminde arkadaşı Ekrem Pakdemirli’nin hatırına sessiz kaldı, eski dostlarıyla beraber olmadı. Hepimiz kırıldık, en başta da rahmetli Önol Şakar tabii ki. Ekrem Pakdemirli seçimi kaybetmesine rağmen bir yıl sonra tekrar aday gösterildi seçildi ve bakan oldu. Ersan Atılgan da ANAP’a İl başkanı oldu. Sonralarında merkez sağda birlik için çaba gösterdi ama artık siyasetin dışında kalmıştı ve fazla öne çıkmadı. Son görüşmemiz Ulupark’ta olmuştu. Rahmetli Tarık Almış’la birlikte Murat Uludemir’i makasa almışlar, sıkıştırıyorlar, Tariş’i eleştiriyorlardı. Beni de buyur ettiler, tam da A.B.D’ nin şarap üretiminde tatlandırmak için mısır şurubunu yasakladığı günlere rastlıyordu, bu A.B.D’nin kuru üzüm ihracatının düşeceği demekti. Önce dinledim, sonra tüccar, sanayici ve üretici birliğinin ortak hareket emesinin yararından söz ederek kavgayı bırakmalarını ve A.B.D’nin bu kararının fırsata çevrilmesini tavsiye ettim. Tarık Almış çok şaşırdı beni tanımıyordu, sektörü nasıl bu kadar yakın takip ettiğimi ve isabetli bir hüküm verebildiğimi sordu. Oradakiler beni tanıttılar ama Ersan abinin verdiği cevap beni daha da memnun etti:
“Naci Bey Demirel’in talebesidir. Yönettikleri müesseselerin içinde bulundukları sektörleri her daim takip ederler, politika üretirler, yarın iktidar olacakmış gibi hazırlık yaparlar” demek suretiyle gurur duymama vesile oldu.
Evet Ersan abi haklıydı, bizler Demirel ekolünden yetişenler, siyasette, bürokraside olsak da olmasak da her daim ülke yönetimine hazırlıklıyızdır. Şimdinin atanmış memur bakanları ne kadar hazırdırlar acaba? Ben iddia ediyorum bizim arkadaşlarımızın eline su bile dökemezler.
Söz merhum Pakdemirli’den açılmışken oğlundan da söz etmeden geçemeyeceğim. Habertürk’te Nagehan Alçı’nın yazısını okuyunca hayretlere düştüm. Sayın Bakan demiş ki: “Biz dünyada kendi kendimize yeten 7 ülkeden biriydik" diye bir laf dolanıp duruyor, bakın bu bir efsaneden ibarettir. Cumhuriyet tarihinde böyle bir şey olmadı ve şu anda da yok. Zaten olması da gerekmez.
Güya bozacının şahidi şıracı, bozacıyı temize çıkarmak için konuştuklarını yazmış ama farkında olmadan daha da batırmış. Bir ülkenin Tarım bakanının bu sözleri söylemeye hakkı yoktur. Hele hele, saman ithal eden, besmelesiz Sırp eti ithal eden bir bakanın söylemeye hiç hakkı yoktur. Sayın bakan, siz kendi kendine yetmekten ne anlarsınız orasını bilmem ama benim anladığım hububat, bakliyat, yağ, şeker, et ve süt ürünleri gibi temel gıda ürünleri ithal etmemektir. Sizin yaşınız belki yetmez ama biz o günleri gördük, yaşadık. Bizim nesil, pirinç unu ve taze sütten mamul mamalar, sebze ezmeleri, elma rendeleriyle büyütüldük. İthal mamalarla beslenen bebeler bunları bilmeyebilir.
Yeniden kendi kendine yeten ülkeler sınıfına girebilir miyiz? İmkansız değil ama biraz zaman alır. A.B.D’nin kendine yasakladığı ama bize dayattığı mısır şurubu gibi ve daha birçok üründeki dayatmaları kaldırabilirsek, şeker kanunu, Birlikler Kanunu ve benzeri yasaları geri döndürebilirsek, tarımdan, çiftçiden, köylüden desteğimizi esirgemezsek, T.S Birliklerini yeniden harekete geçirebilirsek, saray gibi binalara genel merkez yapan, üreticinin parasını çarçur eden damızlık birliği, süt birliği gibi Tarım bakanlığının arka bahçelerini üreticinin emrine verirsek, sulama suyundan para almaz, mazotta, elektrikte diğer girdilerde yeniden destek yaparsak, çiftçiyi Tarım Kredi ve Ziraat bankası cenderesinden kurtarabilir, buraları asli görevlerine döndürürsek Hem tarımı yeniden ayağa kaldırır hem de tüketiciye ucuz gıda yediririz. Biraz zor gibi gözükse de biz yaparız…
Kalın sağlıcakla…