Çocukluğumuzun geçtiği Manisa Coşkun sokaktaki evimizin bitişiğinde Osman amca (Ayber) ve eşi akrabamız Muzaffer teyzeler otururlardı. Osman amcanın annesi Satiye teyze tam bir Osmanlı kadınıydı. Rahmetli babam ona Yüce Meclisin ilk kadın milletvekillerinden Satı Çırpan’a izafeten “Satı Kadın” derdi. Satı Kadın beni de çok severdi. Bisiklete velespit, sigortaya asfalya derdi. Yunan adalarında aynı sözcüğü duyunca çok şaşırmıştım.
Bizim evde asfalyalar atınca tamirini annem yapardı, bakır teli sarar buşonu yerine takardı. Babam evdeyse asla dokundurmaz hemen elektrikçi çağırırdı. Annem söylenir “elektrikçinin çırağına güveniyorsun da bana güvenmiyorsun?” derdi. Babam da “Yahu hanım bu işleri sen yaparsan esnafın tenceresi nasıl kaynayacak?” diye cevap verir ortalığı yatıştırırdı.
Sigorta nedir? Ne işe yarar? Sadece elektrik tesisatında değil, her işlemde sigorta bir emniyet sibopudur. Elektrikte tesisata kaldırabileceğinden fazla yük binerse, kısa devre veya olmaması gereken bir şey varsa; tak diye sigortalar atar. Daha büyük tehlikeden, Allah korusun, yangından korur. Evimizi, aracımızı, eşyalarımızı hatta mahsulümüzü sigorta ettiririz, az bir ücretle büyük riskleri emniyete alırız.
Lisede bir felsefe hocamız vardı Erdinç Bağdadi. Gerçi fen sınıfları felsefe görmezdi ama bize de sosyoloji ve mantık derslerine gelirdi. Dönem 12 Mart dönemiydi, ara rejim hükümeti, grevleri, lokavtları, mitingleri yasaklamış, işçinin hak arama yollarını neredeyse tıkamıştı. Bir gün sendikalar konusunu işlerken hocamız, “sendikalar sistemin, rejimin sigortasıdır” dedi. Kendilerini işçi sınıfının hamisi, yoldaşı olduklarını sanan sol görüşlü arkadaşlar hemen itiraz ettiler tabi ki. Sonra iş hayatına atıldıklarında, yönetim kademelerine geldiklerinde Erdinç hocanın ne kadar haklı olduğunu gördüler. Gerçekten de sendikalar olmasa yüzlerce, binlerce, hatta devlet için milyonlarca işçiyle karşı karşıya kalmak yerine seçilmiş temsilcileriyle medeni bir ortamda müzakere etmek çok daha akılcıdır. Sendikalar hem sistem için hem de çalışanlar için sigortadır. Çalışanlar haklarını kavgasız, gürültüsüz alabilirlerken işletmeler de kaostan kurtulmakta, devlet de kamu düzeninin ve sistemin korunmasında kazançlı çıkmaktadır.
Yasakçı zihniyetin var olduğu, sarı sendikaların korunup kollandığı, anayasa ve yasaların üzerine şal örtüldüğü ara rejim dönemlerinde enerji sıkışması yaşayan, öfkelerini yansıtacak yer bulamayan işçilerin aralarına sızan provokatörlerce isyan ettirilerek nasıl bir patlamaya, kaosa neden olduklarını hatırlayınız. TARİŞ Çiğli İplik Fabrikasının ibret dolu işgal albümünün herkesçe incelenmesi ve dersler çıkarılması gerekir.
Bana göre sosyal medya da bir nevi sigortadır. İçini dökmek isteyen, enerjisini boşaltmak isteyen, öfkesini yansıtmak, deşarj olmak isteyenler orada rahatlamaktadırlar. Yüze karşı söylemekten imtina ettikleri sözleri orada yazıp boşalmaktadırlar. Bana göre ahlaksızlık yapılmadıkça, belden aşağı vurulmadıkça, özel hayata saldırılmadıkça, yalan, iftira ve hakaret olmadıkça bu gerilimi düşürmek için iyi bir yöntemdir. Haaa! Bunlar olursa da en ağır cezalar uygulanmalıdır, bunları bulup çıkarmak da devletin görevidir. Cezalar yetersizse artırılabilir.
Sayın Cumhurbaşkanının ailesine karşı yöneltilen alçakça saldırıyı şiddetle kınıyorum. Bu saldırı karşısındaki hassasiyetini ve öfkesini de anlayışla karşılıyorum. Zaten akıl izan sahibi herkesin de görüşü bu yöndedir. Nitekim, siyasiler de mesajlarıyla olayı kınamışlar, Bayan Kılıçdaroğlu da bizzat Bayan Albayrak’ı arayarak üzüntülerini dile getirmiştir. Keşke bu tür hassasiyetler Meral Akşener, Dilek İmamoğlu, Başak Demirtaş’a bel altı vurulduğunda da gösterilebilmiş olsaydı. Keşke maaşlı trol orduları hiç oluşturulmasaydı, fotoşop resimlerle yalan ve iftiralar hiç olmasaydı. Keşke daha birkaç gün önce Küçükçekmece belediye meclisi üyesi olduğu söylenen Hamza Gönenç’in iğrenç fotomontajı hakkında da soruşturma açılsaydı. Kınansaydı, göstermelik de olsa AKP’den atılsaydı.
Sosyal medyadaki bu tür saldırılar, iğrençlikler aklı başındaki her insanın kınayacağı, eleştireceği, asla hoş görmeyeceği şeylerdir. Bunlar izlenmeli, üzerine ciddi olarak gidilmeli, sorumluları cezalandırılmalıdır. Ancak bunların üzerine gitmek, sorumlularını ortaya çıkarmak yerine yasakçı bir zihniyetle sosyal medyayı sansürlemek, sosyal medya kullanıcıları üzerine korku salmak ve sindirmeye çalışmak belki işe yarar muhalefeti bastırır ama asfalyaların ne zaman, nerede atacağını kontrol edemezsiniz. Bırakınız insanlar deşarj olsunlar, sosyal medya negatif enerjiyi, öfkeyi absorbe etsin. Suç niteliğinde olanlar da cezalandırılsın ama insanların öfkelerini başka yere yansıtmalarının önüne geçilsin.
Sayın Bahçeli’nin dün akşamki twiti ve hesabını askıya alışı tam da yukarıda sözünü ettiğim ara rejimlerin yasakçı zihniyetidir. Aynı konu üzerindeki geçmiş twitlerini önüne koyuverirler.
Dün, bugün sosyal medyada merhum Demirel’in resmiyle birlikte “Sosyal medyayı yasaklayalım da millet bizimi tıklasın” yazan mizahi bir paylaşım dolaşıyor. Bu paylaşıma ilham kaynağı olan başka bir sözü Demirel hiçbir zaman söylemedi ama onun engin hoşgörüsünü ve özgürlükçü tavrını bilenler farazi olarak bu sözleri ona atfetmişlerdi. Kimseden Demirel’in hoşgörüsünü elbette beklemiyoruz ama onda biri hoşgörü bile Türkiye’yi normalleştirmeye yeter de artar bile.
Satiye teyzenin torunları, Turhan abi, Orhan abi kendisini sıkıştırıp, şaka yaptıklarında sinirlenir “benim asfalyalarımı attırmayın” derdi. Rahmetle anıyorum. Aman dikkat! Birazcık hoşgörü, Satı Kadının asfalyalarını attırmayalım…
Kalın sağlıcakla…