Bugün hayat ve kişinin değeri ile ilgili bir hatırlatma yapalım. Hayatın içerisindeki değerimiz ya da hayatın içersinde kendimize verdiğimiz değeri konuşacağız. Önce sizlere kişinin kendine ve yaşamdaki kendisine yönelik değer ile anlatılan ve karşımıza çıkan bir hikayeden bahsetmek istiyorum. “Taş hikayesi”
-Çocuk babasına “Hayatın Değeri Nedir?” diye sorar.
Baba cevap vermek yerine “Al bu taşı ve markete satmaya götür, fiyatı soranlara İki parmağını kaldır ve bir şey söyleme” der.
Çocuk markete gider ve bir kadın sorar; “Bu taş ne kadar onu bahçeme koymak isterim” diye sorar. Çocuk iki parmağını kaldırır.
Kadın “İki dolar mı alıyorum” der. Eve dönen çocuk babasına “Bir kadın iki dolar paha biçti” der.
Babası bu sefer çocuğa, taşı alıp bir müzeye götürmesini ve fiyatı soranlara da sadece iki parmağını kaldırmasını söyler.
Çocuk müzeye gider ve bir adam taşı almak istediğini söyler.
Çocuk iki parmağını kaldırır. Adam, “200 dolar mı alıyorum” der. Çocuk şok olur ve eve koşar. Babasına “Bir adam bu taşı 200 dolara almak istiyor” der.
Babası oğlum son olarak bu taşı değerli taşlar satan dükkana götürmeni istiyorum. Dükkan sahibine göster fiyatı sorarsa da yine iki parmağını göster der. Çocuk değerli taşlar satan dükkana girer taşı gösterir.
Dükkan sahibi “Bu taşı nereden buldun. Bu nadir görülen taşlardan
bunu almalıyım, ne kadar?” diye sorar. Çocuk iki parmağını kaldırır. “200 Bin dolar mı, alıyorum” der. Çocuk ne diyeceğini bilemez ve babasına koşar.
“Baba bir adam bu taşı 200 bin dolara almak istiyor” der.
Baba oğluna döner ve şöyler der: “Nereden geldiğin, nerede doğduğun, teninin rengi, ne kadar zengin bir ailede doğduğun önemli değil; önemli olan kendini nerede ve nasıl konumlandırdığındır. Bir şeyin kıymetini ancak onun değerini bilen anlar ve onun değeri, bilenin yanında kıymetlidir.”
Hatırlayalım ki istenilen ne kadar gerçek var ise ve ulaşılması(!) istenenler (mutluluk, aşk, para, zenginlik, vs.) temelde kişinin kendisi ile başlamaktadır.
Tüm gerçekler için çıkacağımız yolun başlangıcı kendimizle başlar. Çünkü şimdi veya sonra ama bir şekilde birlikte yaşamak zorunda olduğumuz (ilk ve en çok) kişi yine kendimiziz. Kişinin kendini kabulü ve anlamlı şekilde saygı duyması en birincil adım. Neye ihtiyaç duyduğumuz, neyi istediğimiz ve gerçekten neyin bize fayda ve mutluluk getireceğiniz gözetmek en birincil görevimiz.
Acı gerçek şu ki; bizlere sevgi görmenin, değer hissetmenin ve mutlu olmanın yolu yaşam içerisinde başkalarına yönelik yapılan davranışlar, sevgi gösterileri ve değerler ile kazanılan bir ödül olarak öğretildi. Gerçekten kazanılan ve sadece dış çevreden edinilen bir ödül olarak görerek büyüdük. Ancak bu öğretiyi değiştirmek yine bizim elimizde.
Bu öğretiyi değiştirmek kolay olmayacaktır. Ancak yola kendimizi tanımakla başlamalıyız. Gerçekten ne istiyoruz? Ne yapıyoruz? Ve en önemlisi nasıl hissediyoruz? Tüm benliğimizle tanımak, kabul etmeye başlamak bizi kendi gerçekliğimize ulaştıracaktır.
Unutmayalım ki bizler ne kadar dışarıdan gelecek sevgiye, değere odaklanırsak odaklanalım kendi içimizde var olan sevginin olmayışı hep bir boşluk oluşturacaktır. Tam ve gerçek yaşam doyumunu ve sevgiyi hissetmek güç olacaktır.
Sevgiyi görmek veya hissetmek için ‘’var olmak’’ geçerli bir sebeptir. Kendi benliğimiz için ‘’yegane ve özel’’ biri olduğumuzu kabul edelim ki istenilen gerçek doyum ve sevgi en sağlıklı şekilde ortaya çıkabilsin.