Sosyal medyada bazen karşılaştığımız “yapılması gerekenler” gibi adlandırılan hatta zorundalık olarak kodlanan bir durumun açıklamasından yola çıkarak bir farkındalık süreci üzerine konuşacağız bugün.” Günde en az …. Kadar sarılmalıyız.” Gibi ifadeleri ve benzerlerini görmekteyiz. Bu ifadenin altında veya temelindeki gerçekleri konuşalım. Ancak bunun öncesinde bir deney ve çalışma ile başlayalım:
-1944 yılında Amerika Birleşik Devletleri'nde 20 yeni doğmuş bebek, sadece fizyolojik ihtiyaçlarının karşılandığı bir deneye tabi tutuldular. Teslim edildikleri bakıcılar deney talimatlarınca bu bebeklere sadece onları doyurmak, yıkamak ve bezlerini değiştirmek için yaklaşacak ve bunlar dışında hiçbir şey yapmayacaklardı. Bakıcılara bu işleri yaparken dahi mecbur kalmadıkları müddetçe bebeklere hiç bakmamaları ve dokunmamaları, onlarla asla iletişim kurmamaları söylendi. Bebeklere duygudan arındırılmış makineler gibi yaklaşıldığı halde tüm fiziksel ihtiyaçlarına azami kertede özen gösterildi. Ayrıca, ortam hep steril tutuldu.
Dört ay sonra, bebeklerin yarıdan fazlası çoktan ölmüştü. Bebeklerin ölmesi için fizyolojik hiçbir neden yoktu; öldüklerinde hepsi son derece sağlıklıydı. Bebeklerin her biri istisnasız olarak, ölümlerinden bir süre önce ses çıkarmayı, bakıcılarının ilgisini çekmeye çalışmayı kesmiş, çoğunluğu hareket etmeyi, ağlamayı hatta herhangi bir jest, mimik göstermeyi bıraktıkları bir evreye girmişti. Ölüm, bebeklerin "vazgeçtiği" bu evreden hemen sonra geliyordu. Deney dört ayın sonunda artık daha fazla ölüme neden olmamak için yarıda kesildi; fakat bu bebeklerden "vazgeçme" evresine girmiş olanlar deney ortamından hemen çıkarıldıkları ve doğal bir aile ortamına alındıkları halde kurtarılamadılar.
Bu çalışmaya dayanarak dokunulmayan bebekler ya da yetişkinler tam olarak sağlıklı şekilde yaşayamazlar diyebiliriz sanırım.
Hayata geldiğimiz ilk andan itibaren fizyolojik olarak temel ihtiyaçlarımız oluyor ancak en az fizyolojik ihtiyaçlarımız kadar duygusal ihtiyaçlarımızın da olduğunu göz ardı edemeyiz. Suya, beslenmeye, uykuya ihtiyacımız olduğu kadar sevgiye, kabul görmeye ve şefkat gösterilmeye ihtiyacımız vardır. İşte sarılmakla bizlere aktarılmak istenen nokta sevgi, şefkat ve kabulü bizlere günlük yaşamda hissettirme özelliğidir. Yani sarılmak bir teması, bir aktarımı temsil etmektedir. Sevgi ve şefkati aktarabildiğimiz önemli kanallardan, yollardan birdir.
Bazı ailelerde söz ile de bu yollar sağlanmaktadır. Ancak toplumumuzda hem söz hem de davranışsal anlamda bu aktarımları sağlamakta yeterli ve sağlıklı seviyede olmadığımız çalışmalar ve örnekler üzerinden üzücü şekilde karşılaşmaktayız.
-Şimdi düşünelim mesela en sevdiklerinizle, en yakınlarınızla en son ne zaman sarılmıştınız?
-Düşündüğünüzde en son sevginizi ve şefkatinizi ne zaman ve ne şekilde göstermiştiniz?
Yaşam bazı zamanlar bizleri çokça zorlamaktadır. İçinden çıkmakta zorlandığımız zamanlarda bizleri en sevdiklerimizin sevgi ve şefkatleri bizlere destek olmaktadır. Verilen destekler bizleri daha iyi hissettirmektedir. Sevgi aktarıldığı ve paylaşıldığı zaman daha da güçlenir. Kişiye daha güçlü ve sağlıklı bir etki eder. Özellikle çocuklara verilen sevgi paha biçilemezdir. Gelecekte sağlıklı(fizyolojik, psikolojik, duygusal v.b. anlamda) çocuklar yetiştirmek istiyorsak sevgi, şefkat ve kabulü onlara aktarmalı ve göstermeliyiz. Eğer gösteremediğimiz taktirde susuz ve güneşsiz kalan bir bitkiye ne oluyorsa benzer şeyler de biz de yaşabiliriz.
Hani belli miktarda sarılmak bizleri daha iyi hissettirecek denilmesi hep bu temellerden. Şu sayıda ve miktarda değil ama sarılmayı ihmal etmemek daha sağlıklı bizler için. Sadece sarılmak da değil temas etmek, omzuna dokunmak, başını okşamak, sevgi aktarımın bir başka yollarıdır.
Sevgiyi ve şefkati aktarabilmenin yolları çoktur, biz yeter ki aktarmak isteyelim.