PSG Paris’in futbol kulübü, hem de en pahalı futbolcuları gözlerini bile kırpmadan parayı basıp alan Avrupa’nın en zengin kulüplerinden. Kulübe adını veren bölge de Paris’in en elit bölgelerinden biri. Tıpkı Galatasaray Lisesinin bulunduğu Galatasaray ve İstiklal Caddesi gibi veya Kadıköy Fenerbahçe, Bağdat caddesi gibi. Bizim de Paris’teki dördüncü günümüz Saint Germain semtinde başladı. Nereden bilebilirdik ki Arjantinli dünya yıldızı Lionel Messi’nin büyük ücretlerle transfer olduğu PSG’nin mahallesinde olacağımızı. Bu arada PSG altyapısından yetişen genç Türk Futbolcusu Metehan Güçlü de tecrübe kazansın diye Emmen Kulübüne bu sezon gönderilmiş. Bana kalsa PSG’nin karargahına da giderdik ama biraz uzak düşüyormuş üstelik hava bir hayli de yağışlıydı.
Aynı gün yağmuru bahane ederek Operadaki La Fayette mağazasını gezdik. Londra’daki Harrods mağazasından sonra belki de dünyanın en büyük mağazası. Yan yana üç, dört devasa binadan oluşuyordu. Yıllar önce talebelik yıllarımda henüz Türkiye’de bulunmayan küçük ev aletlerinden almış rahmetli annemi sevindirmiştim. O zaman paramız bu kadar değersiz değildi en azında beğendiğin, ihtiyaç duyduğun bir şeyi düşünmeden alabiliyordun. Bu kez birçok şeye bakıp geçtik. Parfüm reyonlarında bazı ürünlerde indirim vardı. Hesap ettik indirimli fiyatlar Türkiye’ye göre bir hayli ucuzdu. Koskoca mağazada bizdekinden ucuz birkaç ürün bulunca kaçırmadık tabii ki. Üstüne bir de vergi iadesi alınca neredeyse Türkiye’nin yarı fiyatına geldi. Sonrasında turistik takılmaya devam ettik.
İlk önce Paris’in simgesi Louvre müzesine gittik ama içeri girebilmek için birkaç saat kuyrukta beklemek gerekiyordu. Hem içerideki insan sayısına göre belli bir kapasitede ziyaretçi alıyorlar hem de kuyrukta bekleyen en az bin kişi vardı. Zaten hakkıyla gezebilmen için en az 5-6 saat geçirmen gerekiyormuş. Biz de müzeyi gezmeyi yılbaşı tatili olmayan, nispeten daha az turistin olduğu başka bir Paris gezisine bıraktık. Kısmet ne zaman olur Allah bilir. Bahçesinde binaların önlerinde arkalarında, cam piramidin olduğu yerde bol, bol resim çekilip Saint Germain’e doğru hareketlendik.
Saint Germain tarafına gitmemizin asıl sebebi ise Saint Mitchel’deki ünlü Shakespare kitabevine uğramaktı. Tam karşısında, Seine nehrinin karşı kıyısında da ünlü Notre Dam Katedrali bulunuyordu. Bir, iki yıl önce yanmıştı ve tadilattaydı dolayısıyla gezmek nasip olmadı. Shakespare kitabevi çok keyifli bir yer, küçük bir kafesi de var içeride rahat koltuklar da koymuşlar. Çoğunlukla İngiliz edebiyatı eserleri satılıyor, Paris’te yerleşikler için ödünç kitap hizmeti de var. Sipariş edilen eseri bulamadık ama o günün anısına birkaç hediyelik ürün aldık çıktık. Kültür, sanatla ilgili olanlar mutlaka uğramalıdır derim.
Notre Dam katedrali kapalı ve tadilatta olmasına rağmen Seine nehri üzerindeki köprüden katedrali arkamıza alarak bol bol resim çektik. Sonra oraya kadar yürüyüp bahçesinde yakın plan resimler de çektik. Daha önceki gelişlerimde burayı hiç görmemiştim ama ünlü Notre Dam’ın kamburu filminden çok iyi hatırlıyordum. Aklıma hemen katedralin zangocu filmin başrolündeki Quasy Modo geldi. Bir kere daha oynasa gene de seyrederdim.
Daha sonra Latin mahallesi de denilen bölgede, daracık sokaklarda kafe, restoranlar, barlar arasında dolaşıp Saint Germain’in merkezine doğru yürüyecektik ama korkunç bir
sağanak başlayınca kendimizi caddenin karşısındaki kafeye zor attık. Bir süre orada dinlendik, yağmurun dinmesini bekledik. Yağmur yavaşlayınca da otobüse atladığımız gibi önce Opera meydanına ardından da aktarma yaparak otele vardık.
Hafif bir akşam yemeği sonrası erkenden yattık. Zira ertesi günü 31 Aralık ve Paris’teki son günümüz. Yeni yılın ilk günü ise sabah erken saatte trenle Köln’e doğru yola çıkacağız. Paris’teki son günümüzü bir sonraki yazımda aktaracağım.